Değerden Değerlere Aktarım Sorunsalı ve Risk Toplumu

II. Değerden Değerlere Aktarım Sorunsalı ve Risk Toplumu

Değerler ile dü üncelerimiz arasında bir ortaklık vardır: her ikisi

de gerçekle arasındaki kaçınılmaz benzerlikler üzerinden değil, daha çok kendilerini “gerçek”ten ayıran ölçüsüz farklar bakımından anlam kazanırlar. Ya amak için kendi varolu umuza inanmak bu anlamda doğru olmayacaktır. Varolu umuz adına kazandığımızı dü ündüğümüz bilinç gerçekte değil, sonradan ona dair kazandığımız “bağı ıklık” ile ilgili bir meydan okumaya aittir. Ne yazık ki Baudrillard’a göre bunu uyguladığını dü ünenler bile bu ilkeye göre tam anlamıyla ya ayamazlar. Durum çok can sıkıcıdır, ikiyüzlülüktür, bir tür açlıktır, tiksinmedir ve ümitsizliktir.

Eğitim ise, bunlara kar ılık, bizleri ümitsizlikten kurtaran, ya amı bir bolluk ve imkanlar çe itliliği olarak göstermek, uyumsuzlukları sergilemek ve bir o kadar da uyumsuzlukları dü üncede dondurarak sağlığımızı korumak demektir. Đnsanın hıncını düzene değil, kendisine yöneltmesi için üretilmi bir komedidir; merkezden uzakla arak, aslolan yerine kutupla maları, olaylar ve dü ünceler arasındaki bağlamları, yanılsamalar arasındaki sınırsız ili kileri göstermek demektir. Böylelikle moral eğitim değerler içerikli bir eğitimden çok değerlerin durumlar kar ısında ne anlama geldiğini göstererek yaygın hukuksal normların ahlak olarak gösterilmesi kabalığı ile sınırlandırılmak durumunda kalmı tır. Bugün, artık Antik Yunan dü üncesinin okullarındaki gibi “iyi” ve “güzel” insan olmanın bir algılandığı (kalokagathia) idealler eğitiminden çok, kar ıla ılan durumda en iyi çözümün ne olduğu sorgulanması yapılmaktadır. Değerlerin durum etiklerine feda edili i bu anlamda eğitim sistemi ile me rula tırılmı tır. Đyi vatanda olmak iyi insan olmak demektir. Eğitim sistemi iyi vatanda ı kamu alanında aykırı olmayan ve genel düzeni bozmayan insan olarak tanımlar. Ahlak da değerler de politik sistemin ve hukuksal kuralcılığın boyunduruğunda eritilmi tir (Barrow, 2007:162).

Değerlerin aktarımı birbiriyle kar ıla tırılan kavramların veya durumların

kar ıla tırılamaz olduğunun söylenmesiyle çıkmaza girmi tir. Öteki, beriki ile çatı tığı için ötekidir. Onunla kar ıla tırılamaz olduğu için deği -toku a giremeyendir. Değerler eğitimi kı soğuğunu iliklerimize kadar hissettiren uyumsuzlukların çözülebileceği vaadiyle, bizlerin, kendisine asla varılamayacak uzak istasyondaki sıcacık bekleme salonunu hayal etmemiz demektir. Oysaki tren hep deği mekte, istasyonlar da sürekli ertelenmektedir. Değerler içindeki yolculuğumuz varılacak istasyon ötelendiği için değerlidir. Bu

aslında

birbirleriyle

a kınlık günümüz toplum ve bilgi ili kisi içerisinde çoğunluğa değil, azınlıkta kalan birkaç ki inin hayretine konu olabilir. Ancak bu birkaç ki inin olu turduğu azınlık, çoğunluğun içinde bulunduğu yanılsamaya göre, hiç olmazsa yanılsamaların kendileriyle alay edebilecek kadar dü üncelidir.

Uyumsuzlukların yumu atılması tekilliklerin evrensel içinde eritilmesi, çatı kı biçimlerinin “birlikte ya anabilirlik” görüntüsü altında bir araya getirilmesidir. Hak da hukuk da, kültür de tabuların yıkılması uğruna yeni tabuların tasarlanması ve me rula tırılmasıdır. Toplumun ve toplumsal değer eğitiminin kriz içinde olduğunu, modernliğin ba ka bir modernliği doğurduğunu Ulrich Beck’in Risk Toplumu adlı eserinden hareketle açıklamak uygun olacaktır:

Alman sosyolog ve modernist dü ün adamı Ulrich Beck (1944-), Risk Toplumu: Ba ka Bir Modernliğe Doğru

ba lıklı çalı masında, günümüzde dilimize sıkça doladığımız ve yerli yersiz hemen hemen her durumu nitelerken kullandığımız post kavramı üzerinden, gerçekliğin aydınlanma sonrasında “aydınlatılamaz” koca bir karanlık haline nasıl geldiğini bireysel, sosyal ve siyasal bağlamları ile tartı ır. Beck tartı mayı ba lıklı çalı masında, günümüzde dilimize sıkça doladığımız ve yerli yersiz hemen hemen her durumu nitelerken kullandığımız post kavramı üzerinden, gerçekliğin aydınlanma sonrasında “aydınlatılamaz” koca bir karanlık haline nasıl geldiğini bireysel, sosyal ve siyasal bağlamları ile tartı ır. Beck tartı mayı

Ulrich Beck’in tespitlerine göre günümüzün toplumu ba lı ba ına risklerin toplumudur. Daha açık ifadeyle, riskleri yönetebilen ve bu risklerin asla tükenmeyeceğini, durgun, sorunsuz olunamayacağını kabullenmi toplumdur. Kabulleni ele tiriyi dı arıda bırakmaz, ancak, ele tirilerin referans noktalarını, ke fetme ve temellendirme imkanları riskleri ortaya çıkaran ko ullar tarafından yani modernitenin araçsalla tırılması yoluyla, sürekli yer deği tirmektedir. Gerçek nedenler değil, ortaya çıkan etkiler; bilimsel açıklayıcı nedenler değil, bilimselliğin kendisi; ahlakın kendisi değil örtük ve somutla tırılmı biçimleri ile kar ı kar ıya ya arız. Bu ya am artık benim dı ımda toplumun yarattığı ve içine doğduğum toplumsal risklerin doğasında sürüp gider.

Modernle me kesintiye uğramazken toplumsal çehrelerin deği mesinde ve yeni biçimlerin ortaya konmasında farklı kavram ve aygıtlar ile kendisini hep yeniden vareder. Modernle me 21. yüzyıl

e iğinde “kendi kar ıtını tüketip yitirmi , imdi de sanayi toplumunun öncüllerini ve i levsel ilkelerini baltalayarak kendi kendini hedef almaktadır.” (s.9). Modernle me bel bağladığı bilim ve teknolojinin büyüsünün bozulması ile çekirdek aile yapısından, meslek hayatı ve çalı ma biçimlerine, kadın ve erkeğin rollerine kadar bir dizi öncülünde kar ıtlıklar ile yüzyüze gelmektedir. Sanayi toplumu idealinin yerini ikinci dereceden bir rasyonelle me ile dönü lü modernle meye [reflexiver Modernisierung] bırakması ve bu eksen deği iminin siyasal nedenlerden çok modernle menin kendisinden kaynaklanması Beckçi teoride toplumsal tasarımın anla ılması açısından bir kırılma noktasıdır (ss.10- 11). Sanayi toplumunun itici gücünü olu turan üretici sınıfın ekonomik duru undan daha çok artık hayatımızın en mahrem alanına kadar giren teknolojik ürünler modern sanayi toplumunun örtük ili kilerinin herkes için daha görünür bir hale gelmesi demektir. Bilim ve teknoloji odaklı bu dönü üm, küreselle me ve kamusalla ma olguları ile birle erek sosyal ve siyasi tartı malarda geri döndürülemez hayati tehlikelerin aktörü olmu tur. Belli bir ulusa ya da belli bir sınıfa özgü olmayan, yeni, dinamik ve geni etki alanı ile sanayi toplumunun kar ısında önemli bir e iğinde “kendi kar ıtını tüketip yitirmi , imdi de sanayi toplumunun öncüllerini ve i levsel ilkelerini baltalayarak kendi kendini hedef almaktadır.” (s.9). Modernle me bel bağladığı bilim ve teknolojinin büyüsünün bozulması ile çekirdek aile yapısından, meslek hayatı ve çalı ma biçimlerine, kadın ve erkeğin rollerine kadar bir dizi öncülünde kar ıtlıklar ile yüzyüze gelmektedir. Sanayi toplumu idealinin yerini ikinci dereceden bir rasyonelle me ile dönü lü modernle meye [reflexiver Modernisierung] bırakması ve bu eksen deği iminin siyasal nedenlerden çok modernle menin kendisinden kaynaklanması Beckçi teoride toplumsal tasarımın anla ılması açısından bir kırılma noktasıdır (ss.10- 11). Sanayi toplumunun itici gücünü olu turan üretici sınıfın ekonomik duru undan daha çok artık hayatımızın en mahrem alanına kadar giren teknolojik ürünler modern sanayi toplumunun örtük ili kilerinin herkes için daha görünür bir hale gelmesi demektir. Bilim ve teknoloji odaklı bu dönü üm, küreselle me ve kamusalla ma olguları ile birle erek sosyal ve siyasi tartı malarda geri döndürülemez hayati tehlikelerin aktörü olmu tur. Belli bir ulusa ya da belli bir sınıfa özgü olmayan, yeni, dinamik ve geni etki alanı ile sanayi toplumunun kar ısında önemli bir

Toplum risk beyanları ile seni/beni oyalamaktadır. öyle bir uç örnek akla gelmektedir: Ya arken öldüğümde belediyenin hangi mezarlığında yer bulabileceğimi, nereye gömüleceğimi dü ünecek bir konuma getirilmem toplumun risk beyanlarının potansiyel değil dü üncede de aktif biçimde bulunduğunu göstermektedir. Đ te eğitim ve eğitim yoluyla kazanılması istenen değerler de bu anlamda devamlılık barındırmaz. Her yeni riske kar ı yeni bir süreç olu ur. Bu durum Beck’e göre henüz postmodernizm değildir. Modernliğin sıkıntılarının bizi öz- den uzakla tırmasıdır. Bilgime konu olan nesnelerle bilen öznenin arasındaki ayrımın gereğinden fazla abartılmasıdır. Bu durum, tüketimin abartılmasına da yol açmaktadır. Baudrillard’ın yanılsamalar toplumu kavramsalla tırması yerine, Beck “risklerini abartarak riskler yaratan toplumu” koymaktadır. Risk toplumu dönü ü olmayan durumlar yaratarak geli meler yarattığını sanmaktadır. “Riskleri azalt” baskısı insanı içinden çıkılmaz riskler yumağına sokmaktadır. Eğitim riskler arenasında uzmanla manın abartılmasına hizmet etmektedir. Uzmanla ma hangi riski yöneteceğini seçmek demektir ki; bir insan için riskleri görmeden riskleri yönetmek uzmanlık değil, ancak bağlamları soyut ve izole biçimde kurmak demektir.

Đ lk durakta kar ımıza tarihsel olgu olarak servet üretimi ve payla ımı ile risk üretimi arasındaki ko utluk çıkar. Bu ko utluk günümüz açısından bilim-teknoloji üretimi ile ifade edilmektedir. Beck’e göre, zaten, kıtlık toplumunun bölü üm konusunda ya adığı sorun ve çatı malarla bilimsel-teknik risklerden doğan sorun ve çatı malar birbiriyle

örtü ür. Modernle me teknolojik rasyonelle menin örgütlenmesindeki deği ikliklerin ötesinde bu deği imlerin sosyal yapıyı

da belirlemesi anlamına gelmektedir (ss.21-23). Belirlenim sürecinin modernle menin klasik iktisat açıklamalarının ötesinde karma ık ve me ru hale geli inde bir “karanlık yan” bulunmaktadır. Modernle me sürecinde yıkıcı güçler daha fazla serbest kalmakta ve insanın hayal gücünü zorlamaktadır. Böylelikle gizli ya da tali yanlarından çok modernle menin risk payla an toplumunda “yetersizlikler” ile kar ılanması söz konusu olmaktan çıkmaktadır. Siyasi açılımları ile riskler, bilim ve hukuk kurumlarının risk hesaplamasının dı ına fazlasıyla ta arak hesaplanamaz tehditler haline gelmektedir (s.26). En önemlisi, Beck’in deyimiyle, “geç modernlik döneminin riskleri” bilimsel payla ım yoluyla bumerang etkisi yaratmakta ve “nedensellik karinesi” bağlamında teorik olduğu kadar normatif ko ullarda ortaya çıkmaktadır. Uygarlığın yan etkileri olarak algılanan riskler neyin zararlı neyin yararlı olduğu konusundaki tartı maların olu turduğu yerel ve global gündemde öngörülemez biçimde hem içerik hem nesnellik açısından belli-belirsiz bir “ufku” olu turmaktadır (s.36).

Đ nsan açısından dünya sorunları parçalı bulutlu bir ufkun ardında “insan nedir?” gibi klasik soruların yeni formlarında etik bağlamda tanım Đ nsan açısından dünya sorunları parçalı bulutlu bir ufkun ardında “insan nedir?” gibi klasik soruların yeni formlarında etik bağlamda tanım

Beck’in dikkat çektiği gibi modernle me aktörlerinin birbirlerine bağlılığı modernle me çerçevesinde olu an risklerin toplumda belli bir sistem ile payla ıldığı yanılgısına dönü mektedir. Oysa ekonomide, tarımda, hukuk ve siyasetteki riskler, bölü ümün sınıfsal niteliğinden bağımsız dü ünülmemelidir. Suçlu ile mağdur birbirinden ayrılmadığı gibi, yaratılan yeni uluslararası e itsizlikler risklerin farklı algılanı larına bağlı olarak farklı sosyal zümrelerde farklı biçimlerde hissedilirler. Beck için artık sosyal dayanı ma değil “endi e dayanı ması” söz konusudur. (ss.71-72).

Đ kinci ana adımda risk toplumunun endi e dayanı masının bilgi- bilimsel (epistemolojik) kökenleri üzerinde durmak gerekecektir. Beck’in bu durakta belirlemeleri de hem felsefe hem sosyoloji açısından çok önemli ve özgün bir model etrafında ekillenmektedir. Ki inin mağduriyetinin dı sal nedenlere bağımlılığından hareketle dü ünürsek, bir ki inin i siz kalması ile içtiği çayın DDT içermesi arasındaki riskin derecesi riski hangi bilgi düzeyinde ya adığımıza fazlasıyla bağımlıdır. Risk konumlarındaki farklılıklar mağdurların mağduriyetleri kar ısındaki yetkisizliği ile bilgisel egemenliğin kaybına dönü mektedir. (s.77). Öğrenilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olmanın ötesinde kar ımıza çıkan riskler hayat konumu ile bilgi edinme süreci arasındaki ili kinin de bilim sosyolojisi ile değil bilgi sosyolojisi ile ele alınması gereğini doğurmaktadır. Küreselle en risk tehditlerinin görünmezlikten çıkarılıp görünebilir ve algılanabilir olmasında hangi rasyonelliklerin rekabet ettiğini bilmemiz, bilgi körlüğünü dağıtmamız kaçınılmaz bir önko uldur. Risklerle ba a çıkmamak gibi lüksü olmayan günümüz insanının özgürlük problemi dikotomilerin aydınlatılması ile mümkün olacaktır.

Bu bağlamda üçüncü ana durak noktası toplumsal e itsizliğin bireyselle tirilerek ya am biçimlerinin geleneklerden arındırılmasıdır. Ki inin kendi seçtiği veya kendi yarattığı katmanla ma biçimleri fiziksel yakınlıklardan uzakla tırıldıkça ya am tarzları arasındaki kabul edilebilir özgürlük sınırları da e itsizliklere gebe kalmaktadır. Beck bu bağlamda Marx ve Weber’in e itsizlik teorilerini günümüz risk toplumuna yansıtıldığında dönü lü modernizm ile ba a çıkma e itsizliği olarak ifade edilebileceğini savunmaktadır (s.149).

Ku kusuz günümüzün özgürlük olarak ifade edilebilecek tercih etme serbestisinin en çarpıcı örneği kadın-erkek e itsizliğidir. Đ te dördüncü durakta, risk toplumunun üstesinden gelmesi gereken cinsiyet

e itsizliği ve konumlara bağlı fırsat e itsizlikleri, çekirdek aileye dönü ile minimal ya am tarzlarının yüceltilmesi söz konusudur.

Be inci durakta bireyselle menin enine boyuna tartı ılması yer almaktadır. Beck’e göre bireyselle menin kültür hayatındaki ba at özelliği artık toplumsallığın yeniden üretim biçiminin kendisine dayandırılmasıdır (s.197). Bireyselle me paradoks olu turur biçimde standartla maya yol açtığı gibi, kurumsalla manın da e zamanlı kamusal alana dayalı olarak bireyin özgürle mesine rağmen, emek piyasasına ve dolayısıyla eğitim, tüketim gibi sosyal refah düzenlemelerine bağımlığının kar ılanması anlamına geldiğini de gösteriyor. Aynı sosyal sınıfın içindeki bireylerin benzer taleplerde bulunması yerine taleplerindeki ağırlıkların farklıla ması (örneğin aynı siyasal sınıfın içinde kimliğe dair taleplerin farklıla ması, alt-kültür gibi olgular) kurumsalla manın da ekil deği tirmesi ve risk haline dönü mesi demektir. Dahası bireyselle me hayatın her alanında piyasaya bağımlılık demektir (s.200).

Bir sonraki durakta piyasaya bağımlılığın düzenlediği emek ili kileri, bu ili kileri düzenleyen ve me rula tıran eğitim ve istihdamın geleceğinin planlanmasında da risklerin açığa çıkması ile ifade edilecektir.

Yedinci durak, bilimsel hakikatin yitirilerek yapıbozuma uğratılması ve rasyonel yapısının aydınlanmanın bilim idealinin ötesine geçilerek araçsalla tırılması ile sembolize edilebilir. Deği mezlik ve bozulmaz gerçeklikler yerine ilerleme odaklı bilimsel-teknolojik geli melerin içselle tirilmesi, bilimsel ele tirinin yerini kamusal ele tirinin alması, tehditlerin üstesinden gelme misyonunu yüklenmesi risk toplumunda bilimin i levleri olarak sunulmaktadır; daha doğru bir deyimle talep edilmektedir (ss.241-244). Beck bu ili kiyi öyle dile getirmektedir: “Dogmatikler ve üphecilikler, ‘ba arılı’ bilimselle me sürecinde birbirini tamamlıyor ve birbirleriyle çatı ıyorlar. Đçsel ba arı ‘laboratuar önlüklü yarı-tanrıların’ yok olu una dayanırken, dı sal ba arı ise tam tersine ‘akıldı ı ele tirinin tüm üphelerine’ kar ın aynı yarı- tanrıların kasten imal edilmesi, putla tırılması ve inatla savunulmasına dayanıyor.” (s.246). Bu anlamda, Beck’e göre, bilimselle me modeli “modernlik ve kar ı modernlik”in “daima çeli kili bir tarzda kayna mı halde olu u” ile anla ılmaktadır (a.y.).

Son durakta, teknik ve iktisadi deği im üzerindeki siyasi denetim ve risk toplumu ili kisi modernliğin hem tehdit hem de tehditten kurtulu vaadi olarak risklerin kendi kendini siyasalla tırılması ile son bulacaktır. (s.274). Yeri ve araçları deği en siyaset, “bölünmü yurtta ”ı farklılıklar üzerinden formüle ederken, müdahalelerde geri duran bir devlet modeli siyasi olmayanı da siyasalla maya itmekte, normalle me sürecini de ucu açık bir süreç olarak yurtta a bırakıyor gibi gözükmektedir. Oysa ki

e itsizliğin riskin ta ıyıcısı olduğu böylesine bir düzende gelenekten arındırma ve demokratikle me gibi iki temel ülküsü olan siyasi yapıyı hangi ilerleme modeline göre değerlendireceğimiz ve siyasi argümanlar ile varılan sonuçlar arasındaki uçurumu nasıl kapatacağımız me ruiyet sorunu olu turmaktadır.

Nihayetinde, Beck’in risk toplumuna dair kapsamlı tahlili, bireysellikten bilgiye, e itsizlikten özgürlüğe, bilimsel-teknolojik ilerlemeden çevre sorunlarına, küreselle meden siyasi gücün belirsiz ufkuna kadar bir dizi sorun ile muhtemel geleceğin mevcut değerler düzeninin tahlilinin risk faktörlerinin anla ılmaksızın gerçekle emeyeceği üzerine kuruludur. Risk toplumu kar ısında suskunla an, eski sorunlara yeni risklerle yanıt arayan “kozmopolit” sosyal bilimlerin siyasal düzenin farklıla an sanayi sonrası paradigmasını anlamadan açıklama getirmesi imkan dahilinde değildir.

Sözün özü, eğitim ile kazanılması odaklanan değerler, toplumun, bireyselliği, bilimselliği, siyaseti, bağlamları sunmakta yetki kılındığı bir düzenin değerleridir. Bu düzende etik eğitimin değerlerini dü ünmek çoğunluk tarafından çıkmaza sokulmu tur. Ulrich Beck’in ifadesiyle “kendini doğrulama dairesi” çapını kaybetmi tir. Son haddine kadar zorlanan i bölümü, insanı toplumsal pratikler adına ürettiği kariyer basamaklarında bir a ağıya bir yukarıya gönderip durmaktadır. Değerler devamlılık değil, anlık yamaların, manevraların mihenk ta ları olarak insanın dönü ümünü okumanın etkili bir yolu olabilir. Değerlerin felsefe tarihi boyunca kabul gören üç ana ili ki biçimi artık bo a çıkmı tır. Değerler ve değerlere dayalı ahlak ne kategorik ve/veya teleolojik olmak bakımından zorunlu ne hesabı verilemez biçimde ahlakın içeriğini belirleyecek kadar vazgeçilmez, ne de ahlak olmaksızın kendisine akıl yoluyla varabileceğimiz kadar doğaldır (Robertson, 2010: 442-443).

Alasdair MacIntyre, değerlerin ve değerlerin mutlaklığına dayalı ahlaki kaygıların yerini ya anan durumların aldığını belirtirken, buradaki kritik dönü ümün, değerlerin sekülarizasyonu sürecini yöneten Aydınlanma ve sonrasında aranması gerektiğini söyler (2007: 59-61). MacIntyre’a göre değer formları birer form olmaları bakımından kategorik sayılabilir. Bu anlamda Kant haklı görülebilir; lakin, değerlerin yerine getirilmesini buyuran ahlak ve ahlaki içerikler artlı olmaktan ileri gidemezler. Klasik Teizmde de, klasik Yunan dü üncesinde de, erdemin kendisinde de hep bir “eğer” gizlidir. Đnsanların davranı larında değerlerin ta ıyıcısı olması sorunsalı bu anlamda doğruluk ve yanlı lıktan bağımsız olsa bile, durum kar ısında bekleneni gerçekle tirmek açısından

arta bağlıdır. Eğitim de bu anlamda artların dü ünülmesinde bir sağduyu yakalama eğitimidir. Buradaki ayırt etme ve aktarım sorunu ahlaki değerlerin birer argüman değil, durumlara bağlı yargı olduğunun bilinmesiyle bir anlamda a ılabilecektir. MacIntyre, değerlerin devamlılığı sorunsalında bireylerin olduğu kadar toplumlarında “kö eye sıkı tırılmı ” olduğunun altını çizer (ss.66-67). Ona göre bürokrasi ve çe itli manipülasyonlarla (estetik, etik yakla ımlar, pratiğin teori kar ısındaki güç kazanımı vb.) insan edimleri “otonomi” kazanmaktan çoktan vazgeçmi tir. Bu nedenle artık çağda dü ünce formunda değerlerden anla ılan “haklar”dan ibarettir ve eğitim haklar eğitimi olarak değerlere yakla mak durumunda bırakılmı tır (s.68).

Değerlerin ayırt etme i levinin aydınlanma sonrasında dönü üme uğraması, değerlerin bireyler ve toplumlar açısından aktarımı sorununa yol açmı tır. Ayırt eden ama aynı ayrımı ba kasına aktaramayan, devamlılığı tartı malı bir ustalığın eğitimi ancak birincil doğamıza kar ılık gelebilir ki bu da artık çoğunluğun umurunda değildir (çünkü bu tümcede bile yine kendimce felsefi bir ayrım yaptım). Bu ayrımlar benim için toplumsal risklerin kar ısında fırsattır, ancak artık yalnızca benim için fırsattır; onun için de yanılsamadır.

Sonsöz Yerine

Değerleri anlamaya çalı mak değer felsefesi açısından olan ile olması gereken arasındaki ayrımın yadsınması anlamına gelebilir. Sokrates ile ba layan değer odaklı insan felsefesi anlayı ı dü üncenin odağına koyduğu değerleri bir ba ka kavram ya da ey üzerinden değil metafizik bir bağlamda “kendinde ey” olarak anlamaya çalı mı tır. Bu anlayı değerlerin anla ılması istenen üstün bir yeti olarak kendisi ile kar ıla tırıldıkları tüm durumlardan daha fazla bir ey olduğunu var sayar. Değerleri i levleri açısından ele almak, kapitalist iklimde kendisini temellendiren modernite sonrasının insanlığa bir mirasıdır. Artık değerler eğitim-öğretim programlarında kredilendirilen teknik bir dersin sonucunda kazanılacak beceri olarak kodlanmaktadır. Değerler rasyonaliteden uzak duygu kırıntılarının insanda yarattığı geçici mutluluk ve mutsuzlukla bir tutulmaktadır.

Önceliklerini belirleyen insan değerlerin de anlam ve kullanımını belirlemi olacaktır. Dünyayı değerlendirme biçimlerimiz insanın anlam ve kullanım arasında kurduğu ili kide eski ve yeni kar ıtlığına dayanır. Eski ile yeni arasında değerler, bir kar ıla tırma konusu olamazlar; daha çok tarihsel ve entelektüel ilerlemede birer referans noktası olu tururlar. Baudrillard, eskiye dair tüm değer referanslarının kuru bir nostaljiyi barındırdığını söyleyerek, gelenekle bir tutulan değerin ilerleme değil, tekrar ve tarih arasında gidip gelmek olabileceğini söylemi tir. Ku kusuz yeninin eskiye göre her durumda daha iyi olduğu söylenemez. Ancak Baudrillard’ın depresif ve kötümser bulduğu egemen değerler, Adorno’nun ele tirisinde de normların kılavuzluğuna duyulan özlem olarak kendilerine yer bulurlar. Bu değerler keyfidir. Çünkü bir yandan gerçekten daha büyük odluları iddiasını ta ırlar; diğer yandan kendi yasalarına uymak istemeyenli aciz hatta ahlaksız sayarlar. Değerler yoluyla yapılan böbürlenme, modernizm sürecinin a ırıla tırılmasından kaynaklanan bo lukların bir yansımasıdır. Modern sonrası birey ve toplum ya antısında, değerlerin halen bizleri cennete ta ıyacağı yanılsamalarının me rula tırılmasıdır.

Değerlerin ne olduğunu gösterebilmek ne ölçüde çıkmaza giriyorsa, bu değerleri bir ba kasına aktarabilmek de bir o kadar kriz içerisindedir. Çünkü değerler eğitimi adından da anla ılacağı gibi değerin Değerlerin ne olduğunu gösterebilmek ne ölçüde çıkmaza giriyorsa, bu değerleri bir ba kasına aktarabilmek de bir o kadar kriz içerisindedir. Çünkü değerler eğitimi adından da anla ılacağı gibi değerin

Kaynakça

- Adorno, T.W. (2009) Minima Moralia (Sakatlanmı Ya amdan Yansımalar) , (çev. O. Koçak, A. Doğukan), Đstanbul: Metis.

- Adorno, T.W. (2010) Ahlak Felsefesinin Sorunları, (çev. T. Birkan), Đ stanbul: Metis. - Barrow, R. (2007) An Introduction to Moral Philosophy and Moral Education , London and New York: Routledge. - Baudrillard, J. (2010) Kötülüğün effaflığı: A ırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme (çev. M. Ba aran), Đstanbul: Ayrıntı. - Baudrillard, J. (2000) Kusursuz Cinayet, (çev. N. Sevil), Đstanbul: Ayrıntı. - Beck, U. (2011) Risk Toplumu: Ba ka Bir Modernliğe Doğru, (çev: K. Özdoğan, B. Doğan), Đstanbul: Đthaki. - MacIntyre, A. (2007) After Virtue: A Study in Moral Theory, Third Ed., Indiana: University of Notre Dame Press. - Robertson, S. (2010) “Reasons, Value and Morality”, The Routledge Companion to Ethics , (ed. J. Skorupski), London and New York: Routledge, ss.433-443. - Taylor, C. (1989) Sources of the Self: The Making of Modern Identity, Harvard Uni. Press. - Yılmaz, L. (2010) Modern Zamanın Tarihi: Batı’da Yeni’nin Değer Haline Geli i, (çev. M. E. Özcan), Đstanbul: Metis.