tabula rasa kalatidha wali rasa (1)
Felsefe & Teoloji Dört Aylık Akademik Dergi ISSN: 1302 - 8898
Sayı
25-26 Ocak-Ağustos 2009 (Online/Basım 2012)
Yayın Editörü Kevser Çelik
Editör Yardımcıları Nurten Kiri Yılmaz
Kapak Tasarım ve Đç Düzen Soner Soysal
Baskı
Online/Basım 2012 Tuğra Matbaası, Isparta 0246 224 14 68
tabula rasa hakemli bir dergidir. Dergiye gelen yazılardan yazarları
sorumludur. Yazılan yazılar alan uzmanları tarafından değerlendirildikten sonra yayımlanır. Yayın hakları dergi yayın
kuruluna aittir. Gelen yazılar yayınlansın, yayınlanmasın iade edilmez.
www.tabularasadergisi.com
Editör’den
“Dü ünce Olarak Dü ünceyi Dü ünceye Bağlamak”
tabula rasa –felsefe&teoloji dergisi, yayın hayatı için alanında farklı olmayı ilke edinmi fenomen bir dergidir; her bir dü ünce, dilsel ifadesine yer bulabilir. Amacımız, Türk dü ünce hayatına çok sesli bir gerçeklik alanı sunabilmek çabasıdır. Dü ünen insan, tek bir eyin adıdır: insanlığın “daha daha iyi”ye doğru yaptığı yolculukta yer alan bir serüvenci. Somut tecrübe ve somut dü ünme alı kanlıkları, medeniyetin geleceğine yön vermede önemli bir role sahiptir. Dü üncenin yazıya dökülmesi, yazının somut olarak elle tutulup tecrübe edilmesi, bir serüvenin içinde olmak demektir. Bu bağlamda mevcut saymızla birlikte dergimizin online baskılarını 2013 yılı içinde matbu olarak yayımlayacağız.
Bu sayımızda da felsefe serüvenimiz adına katkı yapabilecek ve bu serüveni zenginle tirebilecek ölçüde çalı malar yer almaktadır. Prof. Dr. Mevlüt Albayrak, felsefe’ye kar ı ilgi uyandırmak ve bu ilgiyi canlı tutmak amacıyla kaleme aldığı
“Felsefenin Serüveni / Kökeni Ve imdide Felsefe Öğren(i)cisi
Olmak”adlı çalı masında felsefenin kökeni sorunu üzerinden hareketle geçirdiği serüvenin özetiyle birlikte felsefe öğrencisinin yapabileceği imkânları ortaya koymaya çalı maktadır. Yrd. Doç. Dr. Deniz Sosyal, “Gadamer’in Doğalcılık Ele tirisi” ve “Schopenhauer’da Ölüm Ve Ölüm Korkusu Üzerine” adlı iki çalı masıyla bu sayımıza zenginlik katmaktadır. Yrd. Doç. Dr. Ahu Tunçel, “Yöntem ya da Ele tiri Yetisi Olarak Aydınlanma Akılcılığı” adlı çalı masında “Aydınlanma akılcılığı”nı yöntemsel açıdan ele almaktadır. “Bili im Felsefesinin Temel Unsurları” adlı çalı masıyla Dr. evki I ıklı, bili im felsefesinin tanıtımını yapmaktadır.
Uzman
Nurten
Kiri
Yılmaz,
“Kötülük
Probleminden Schopenhauer Kötümserliğine” adlı çalı masında hayatımızın kaçınılmazlarından biri olan kötülük problemini
Schopenhauer’ın felsefesi açısından değerlendirmektedir. Herbert Marcuse’nin ileri endüstri toplumunda ho görünün nasıl bir baskı aracı haline dönü tüğünü anlattığı “Baskıcı Ho görü” adlı çalı ması Yrd. Doç. Dr. Soner Soysal’ın tercümesiyle siz okurlarımıza sunulmaktadır. Son olarak bu sayımızda, Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal’ın değerlerin aktarılması sorununu ele aldığı “Toplumdan Bireye, Değerlerin Devamlılığı Sorunsalı” ba lıklı çalı ması yer almaktadır.
Yeni felsefe sohbetlerinde bulu mak umuduyla…
Dr. Kevser Çelik
Kasım 2012
FELSEFENĐN SERÜVENĐ / KÖKENĐ VE Đ MDĐDE FELSEFE ÖĞREN(Đ)CĐSĐ OLMAK
Mevlüt ALBAYRAK *
Özet:
Bu çalı ma üç eyi yapmayı denemektedir. Birincisi Eskiçağ adı altında ba latılan felsefe adının kendinde bir tanımlamayla kısa serüvenini ele
almaktır. Đkincisi Batı dü üncesi açısından Felsefenin kökeni sorunu ve imdide felsefe adını alan adlandırmaların özet bir sınıflandırmasını, üçüncü olarak da günümüz akademiasında felsefe öğrencisi olarak adlananların yapabilecekleri imkânları dile getirmektir. Amacı ise felsefe adını alan bir alanın genel insan okuyucu üzerinde yaratabileceğini dü ündüğüm merak duygusunu canlı tutmak ve günümüzde felsefe disipline kar ı ilgi uyandırma çabasına genel bir bilgi yükü sunarak katkı sağlamaktır.
Anahtar Kelimler: Eskiçağ’da Felsefe, felsefenin kökeni, philo, sophia, Whitehead, Gadamer, felsefe öğrencisi.
Hiç kimse bir felsefe tarihi yazmada tam ba arılı olamaz; zira felsefeler, tıpkı sanat eserleri gibi, yoğun bir ekilde bireylik eylerdir [tecrübeler].
–Burnet.
GĐRĐ
G eçmi , ya anmı bitmi ve herhangi bir ekilde insan tecrübesinden tam olarak ayrılmı bir zaman dilimi değil, salt sözel ya da yazılı bir öykü varolu unun ötesinde yer almaya devam edip giden
imdidir. Antik öyküler, antik kentlerin ta sütunları, sanatlık etkinlikleri ve sosyal hayatlarını sürdürdükleri mekânları, imdiden bakılınca bir değerler ve gerçekliklerin canlı ya anmı lıklarını sunar. Orada var olan ta artık bir ta olmaktan, tiyatro alanı bir tiyatro alanı olmaktan çıkar ve
imdide tebessüm eder. Ta ’ı bir heykele dönü türen el, sadece bir el olmaktan çıkıp, bir zihnin ortak öyküsü haline dönü ür. Bir ta ’ta insan bedenini resmedercesine tüm kıvrımları ve doğallığıyla varlığa getirilen
* Prof. Dr., SDÜ, Fen-Edebiyat Fak. Felsefe Bölümü, Sistematik Felsefe ve Mantık ABD. ([email protected])
‘güzellik’ ve ‘insan ihti am’ı kar ısında duyulan içsel haz duygusu, insanın kendinde var olanı yansıtı ının bir yaratımı olarak insanlığın her dönemini imdile tirir. Tüm bu ‘ imdile tirmeler’ bize ortak bir eylerin var olduğunu söylemektedir. Đnsanın varlığı, insanın insan gibi dü ünme ve edimini gerektirir. Đ te her dönemde yeni adını alan bir eylerin varlığı bu gerekliliğin ifadesidir. Bu aynı zamanda ‘bir eyin tarihi’dir.
Eskiçağ’da felsefe, Felsefe Tarihinin en genel ve en problemli alanını betimler. Genel olması ba langıç serüvenindeki belirsizliğinden kaynaklanır. Problemli olması ise içinde barındırdığı felsefenin ba langıç öyküsüyle ilgili ortaya koyulan ilk dönem iddiaların hemen, hiç birinde birincil kaynaklara dayalı bir açıklamaya dayandırılamaması ve dilden kaynaklanan yetersizlik yüzündendir.
Eskiçağ adlandırmasını içine ayet bir yer ya da bir kültür adına sınırlama getirmeden tüm insanlığın ortak tecrübesini içine alacak bir dönem adı olarak bakarsak, yorucu bir sürecin içine girmi oluruz. Ancak bu zorluk beraberinde bazı kolaylıkları da getirecektir. Öncelikle eskiçağ bir tarihlik tecrübe olarak okunursa, ülkemizde Felsefe öğretimi alan Türk gençlerine çok farklı coğrafya ve kültürlere bakma imkânı sağlayacaktır. Đ kinci olarak eskiçağ kavramının birey olma mücadelesi içinde olan gençler üzerinde sınırlandırılamaz bir insanlık tecrübesi örnekleri sunma imkânı gösterilecektir.
u soruyu sorarak i imizi kolayla tırabiliriz: Eskiçağ’da felsefe ve onun tarihi dediğimiz de, insanlık tecrübesinin geçmi bil-fiil varolan bir döneminde ya amı filozof adını alan ki ilerin, kendilerinin her eyi bildiği iddiası ta ıyan günümüz ‘felsefe ilgilileri’ne ne söyleyebilir? Bir
felsefeci 1 için bu sorunun cevabı çok ey olacaktır. Öncelikle felsefeye ilgi duyan birinin, günümüzde ya adığı felsefi soru turma konularını aydınlatmak açısından geçmi filozofların, sadece Grek felsefe geleneğinden gelenleri değil, tüm Eskiçağ alanını içinde yer almı olan tecrübeleri, mevcut sorunlarla ilgili yol göstericiliğini kabul etmesi kaçınılmazdır. Đkinci olarak geçmi in ya anmı tecrübesinin kültürel iklimini öğrenme yoluyla, o dönemdeki filozofların dü ündükleri ve dü üncelerine göre edimde bulundukları kültürel dünyalarını, hayat kar ısında bir tavır alı olarak kullandıkları kavramlarını anlamak açısından ortaya koydukları felsefelerine yönelmek, felsefe tarihi okumalarının temel gerekçelerinden biridir. Diğer bir nokta da, bir sınırlamaya girmeyen ‘tüm filozoflar’ üzerinde yoğunla arak, imdiden hareketle ‘eski’nin o dönemin, ya da dönemin imdisinin dü ünce ve fikir dünyasına dâhil olmayı deneyebiliriz. O dönemin/lerin felsefesini
1 Felsefe-ci’deki –ci eki günümüzde iki durumu imlemek için kullanılmaktadır; birincisi felsefeye ilgi duyan sıradan insanların biraz daha
üstünde yer alan ‘ilgililer,” diğeri de akademik anlamda bu ilgi duymayı bir meslek olarak sürdürenler.
okumak, o insanların kavramlar üretme yöntem ve gerekçelerini bilmektir. Bunu yapmakla, ifade ettiğimiz gibi ilgi alanımıza giren felsefi problemleri çözümlemeye köken bulurken, varolu un serüveni açısından kendi bil-fiil varolma sürecimizi yakalarız. Bir dönemin dü ünce ve fikir dünyasına girmek demek, kendi varlığımızı bir tecrübe birikimi olarak kendimizce izlemek demektir. Tüm bunlarla beraber geçmi bil-fiil varolan bir dönemi tarihlik olarak okumak, bir kültür tanımlamasına rehberlik etmektedir. Bu o insanları ve toplumları anlama gereksinimi (böyle bir gereksinim içsel olarak var edilirse) ve imdiyi değerlendirme yöntemlerinden biridir.
Özel bir tanımlamayla ba larsak, Batılı anlamda Eskiçağ felsefesini çalı mak, daha çok bir dönemin adını alarak oranın felsefesini çalı mak olarak kabul edilir. Bu dönem kabaca MÖ 585 ile MS 529 yıllarını (farklı bir tarihlendirme yakla ık olarak 585 ile 200 yılları) içine alır. Ayrıntılı ve sürekliliği olan bir ba langıç öyküsü olarak kabul edeceğimiz Batı felsefe tarihinin bir bölümünün adı olan Sokrates öncesi felsefe ise (Sokrates’in (MÖ 470–399) kendisini de içine alan bir dönem) yakla ık MÖ 585–400 yılları arasında yer alır.
Batı felsefe tarihi açısından tüm felsefe tarihinde Platon ve Aristoteles’in cümlelerinden birini kendi sisteminde belirtmeden konu an hiçbir öğreti yoktur. Felsefe tarihi farklı dönemlerde Batı dü üncesine hâkim olan iki farklı kozmolojiden biri olan Platon’un Timaeus’unu büyük bir tecrübe olarak sunar. Timaeus’un ortaya koyduğu kozmoloji, daha sonra 17. yüzyılda ortaya çıkan kozmolojik görü ün ön bilgisini sunar. Platon, Batı felsefe tarihinde felsefi serüvenin ilk felsefe tarihçisidir. Phaidon diyalogunda filozof betimlemesi, Timaeus’ta kozmoloji öyküsü, Devlet’te airlerin öyküleri ve adalet ölçütüne göre değerlendirilmeleri bir bütün olarak Batı felsefe tarihinin serüvenin örnekleridir. Aynı ekilde bir adım daha ileride duran Aristoteles’in Fizik ’i, Metafizik’i, De Anima’sı, felsefenin doğasıyla ilgili yeni ba ka bir serüveni açar. Aristoteles Metafizik’te bu serüveni öyle tanımlar:
Onlar ba langıçta açık güçlükler kar ısında hayrete dü mü leridir. Daha sonra yava yava ilerlemi ler ve ay, güne , yıldızlara ili kin olayları, nihayet dünyanın olu umu gibi daha büyük sorunları ele almı lardır. Bir sorunu fark etmek insanın kendisinin bilgisiz
olduğunu kabul etmektir. 2
“Yava yava ilerleme” ve ardından merak uyandıran uzak nesneler “ay, güne , yıldızlara ili kin olaylar” hakkında sorular sorma, insan yeteneğinin ilk nesnel dürtü kaynaklarıdır. Onların fark ettikleri konu, etraflarında olan tüm nesneler hakkında yetersiz bilgiye sahip olduklarını itiraf etmeleridir. Felsefe merak etmenin ve hayrete dü menin
2 Aristoteles (1999), Metafizik (çev. Ahmet Arslan), Đstanbul: Sosyal Yay., s.
83 [982b 11-18].
ürünüdür, ancak bu aynı zamanda öncekinin bilgisinin kendi imdilerinde yaratmı olduğu “hayal kırıklığıdır” 3
da. Merak duygusu ve “hayal kırıklığı”yla ba layan felsefe, sonunda, yani felsefe olarak felsefe en iyisini yaptığında, ondan geriye yine merak duygusu ve hayal kırıklığı kalır.
Bir serüven ve süreklilikten söz etmemize rağmen, Grek 4 felsefesinin ortaya koyduğu sistemler, tek ba ına Ortaçağ ve Modern
felsefeye bir hazırlık olarak kabul edilmemelidir. Bu sistemlerin her birinin insanın fikri hayatının geli iminde bir ba arı olarak kendi
ba larına bir yükümlülükleri (belki de yükümsüzlükleri) vardır. Greklerin akla bir özgürlük alanı açmı olmalarının temelinde birçok etmen olmu tur, ancak tüm bunlar bize neyi söyleyecektir? Onların anladığı anlamda bilgelik, tek ba ına dünyanın kuramlık bir izahını değil, aynı zamanda hayata dönük uygulayımlık bir tavrı da içeriyordu. Grek insanının bu özelliği, “hayatı dilediği gibi ya ama özgürlüğü,” diğer bir ifadeyle ki inin kendi kendine yetmesidir (autorkeia). Grek’te filozof, filozof gibi ya amı tır, dediğimizde kastettiğimiz budur. Nietzche’nin “felsefi hayatın cesur açıklığı” dediği ve modern filozofların hayatında 5 bulamadığını söylediği ey buydu.
Grekler ya da dünyanın diğer yerlerindeki, Mısır, Hint ve Çin, felsefecilerin çalı ma alanları, tam da bu merak ve yaratılan hayal kırıklığından dolayı olsa gerek, tüm doğa bilgisini ve hayat bilgisini içine alan bir geni likteydi. Felsefe hem doğanın hem de insanın kökeni sorununu sınırsız bir bilgi alanı içinde izliyordu. Bilim adını alacak düzeyde ara tırma okulları, hem içinde bulundukları topluma hem de siyasal erke kar ı bir rakip kurum olarak görülüyordu. Bu ve buna yakın ayrımların yanı sıra geçmi dönem ile günümüz dünyasında felsefenin algılanı biçimi konusunda ortak bir kaderin varlığından da söz edebiliriz.
Bugün yapmaya çalı tığımız felsefe, dün bu kültürde yapılan felsefe gibi Batılıdır. Bizden adların varlığı, Farabi, Đbn Sina, Gazali, Đbn Tufely, Đbn Rü d, onun Batılı olmasını engellemez. Farabi’in, Đbn Sina’nın, Đbn Rü d’ün felsefeleri de bu anlamda Batı felsefesinin izinde yürür. Đnsanlığın ortak öyküsünde her nerede yer bulursa “ imdi burada”ya dönü ebilir. Đ te bu anlamda “ imdi burada” olarak felsefe,
3 Critchley, Simon (2010), Sonsuz Takip (çev. T. Birkan), Đstanbul: Metis, s.
4 Daha alı ılmı ve Türkçe söyleyi e daha açık olmasına rağmen Grek kavramını Yunan kavramına tercih ediyorum. Bunun sebebi, ikinci adın
birincisine göre daha dar olması ve politik söyleme daha fazla imkân tanımasıdır. Ancak farklı metinlerden alıntının yapıldığı yere göre de Yunan adını kullandık.
5 Zeller, Eduard (2001), Grek Felsefesi Tarihi (çev. Ahmet Aydoğan), Đ stanbul: Đz Yayıncılık, s. 31.
kendi nedir’ini soru turmanın imkânını yeni bir amaçla yakalamı olmaktadır.
Fikirlerin serüvenini tek bir coğrafya ya da kültür dünyasının sınırlarına hapsetmek dogmatizmler yaratır. Felsefe öğrencilerinin fikirler serüvenindeki çoğulcu yapıyı kavrayabilmeleri için Grek felsefesinin
ba langıç öyküsüyle birlikte Mısır, Hint ve Çin felsefelerinin serüvenini görünür kılma imkânı sağlamalıdır. Bunun gerekçesi eskiçağ adlandırmasının bir yerle ve bir coğrafyayla sınırlandırılamaması gerektiği dü üncesidir. 20.yüzyılın büyük filozoflarından Edmund Husserl, Batılı olmayan felsefenin varlığıyla ilgili üphelerinin olduğunu söylemesine kar ın, günümüzde yapılan birçok çalı ma ve çeviri Batı dı ında da felsefelerin varlığını bizlere gösteriyor. Bu nedenle David Cooper’in u yargısını aynen tekrarlıyorum:
Güne altında Batılı olmayan felsefelerin varlığını dı arıda bırakmak, özellikle Üniversite öğrencisinin hayatını kısaltması
demektir. 6 Var olan tüm felsefi soru sorma biçimleri, ba ka ba ka
kültürlerde ortaya çıkmalarına rağmen, her birinin kendince özgünlüğünü onaylamak ve her bir felsefenin diğeriyle uygunluğunu göstererek felsefeye ilgi duyan ki ide özel alanların çoğulluğu fikrini yaratır. Bu tercihlendirme imkânına felsefenin “seçkiciliği” ve “kendinde çoğulluk” alanı adını veriyorum. Bu bakı açısından felsefe nedir? sorusu, geçmi in bil-fiil varlığından bağımsız ele alınamaz. Nedir? sorusu yeni bir soru olmakla birlikte, her bir dönem bu yeninin kendince bir cevabını vererek akıp gelmektedir. Biz bir önermenin doğruluğu iddiasında bulunacaksak, bu önermenin olgulara dayandığını da göstermeliyiz. Felsefe bu kuralı dikkatten uzak tutamaz. Whitehead, tüm felsefe “Platon’a dü ülen
dipnotudur” 7 derken, felsefe yapmanın bir tecrübesini bize göstermektedir. Ancak bu gösterilen sadece orada kalan değil, kendisi olarak buraya devam edip gelendir. Platon’un felsefesi, bu anlamda, onu izleyenler tarafından her hangi bir üphe ve sorgulamaya tabi tutulmadan aynen tekrar edildiği ve edilmesi gerektiği anlamına gelmez.
Felsefenin bir tarihi vardır. Bu tarih içinde Batı felsefesinin de bir tarihi vardır. Günümüz ileti im dünyasında hâkim Batılı zihin ve hayat tecrübesinin yönlendirici ve yeniliğe açık imkânlar sunmasını onaylamamızdan dolayı Batı felsefe tarihinde Grek’in öyküsü bizi de içine almaktadır. Buna göre her milletin, her çağın kendine özgü felsefeleri olduğuna göre, Greklerin felsefesi bizim için neyi ifade etmektedir? Grek felsefesi Avrupa fikri hareketinin önemli unsurlarından
6 Cooper, David E., (2003), World Philosophies An Historical Introduction, Oxford: Blackwell Publishing, s. 1.
7 Whitehead, A. N. (1967), Process and Reality, New York: Macmillan Company, s. 39/63 [PR].
biridir ve bu felsefe olmaksızın Avrupa serüven olgusu ile genel de insanlığın mü terek serüveni anla ılmaz. Bu tarihi okuma salt tarihi bir ilgi değil, aynı zamanda insanlığın kavrayı ında yer etmi fikirlerin serüvenini izleme yöntemi olacaktır. Batı felsefe geleneği açısından devasa bir zenginliğin ortasında durmaktayız. Bu zenginlik kendini tekrarlayarak değil, nedir?in içinden akıp gelen her bir andaki yenilikte ifadesini bulan kazanımlarda sergiler. Var olanın varolarak orada yer edinmesi felsefe için bir ey söylerken, sadece onun orada olması olarak orada kalmasına izin veremez. Böyle bir eye sıcak bakması durumunda ise, felsefe kendindeki birinci anlamdaki nedir?i unutmu olur. Soru, bir arayı ın izinde kendini açma sürecinin yol gösterici aracıdır. Ancak bu araç, sıradan araçlardan farklı olarak bir süreci imler. Bu süreç kendinde bir sürekliliği zorunlu ya arken, her bir sorusunun da cevabını farklı kılmaktadır. Felsefe nedir? sorusu iki nedir’i bir arada açmayı zorunlu kılmaktadır. Hem özne hem de yüklem olarak “felsefe” kendinde nedir’in adıdır. Bunda onun tek bir tanıma sığdırılamayacak serüveni etkindir. Nedir? ise ba lı ba ına ikinci bir nedir sorusu içinde, içinden çıkılamaz olanın adlandırmasına ve bir yere sığdırılmasına ya da bir yerle sınırlandırılmasına giden yolu göstermeyi dener. Bu deneyim kesinlikle postmodern dü ünürlerde gördüğümüz karı ık bir Pazar yeri ya da pazarlama durumunu imlemez.
Geçmi in imdisinin bil-fiil varlığının tecrübesi dikkate alınınca, çalı ma Grek felsefecilerinin tarihsel serüvenini, olabildiğince kendi varlık alanından hareketle izleyecektir. “Fikirlerin serüveni,” insanlığın serüvenidir. Felsefe nedir? üst ba lığı altında verilecek cevaplar, felsefi soruların çağlar boyunca fazlaca bir deği im ya amadığını gösterir. Antik filozofların (Mısır, Hind, Çin ve Grek’te) sormaya ba ladıkları bilgi nedir? Adalet nedir? Güzel nedir? Đyi nedir? Doğru ya amak ne demektir? gibi sorularla kendimiz, içinde ya adığımız dünya, dünyadaki yerimiz konusundaki sorular, bu gün bizlerin de sorularıdır. Kabul edilmesi gereken temel ilke, eskiçağ filozofları ile günümüz felsefecileri arasındaki ayrım hakkında, sorularda değil, bu sorulara verdiğimiz cevaplarda 8 akrabalığımız sürmektedir.
ANTĐK FELSEFE YA DA YOLDA OLMA
Eskiçağda felsefe ya da daha özel dönemlemeyle antik felsefe 9 ya anmı bitmi bir tecrübe dönemini açığa çıkarırken, bu dönemle ilgili felsefe nedir? sorusuna verilen cevapların ara tırılmasından da, birden çok kaynağın olabileceği fırsatına yol açar. 21. yüzyılda felsefe öğretimi alan bir öğrenci ya da felsefeye ilgi duyan herhangi bir ki i, eğitim düzeyi belli bir seviyede olan herhangi bir ki i, felsefe nedir? sorusuna vereceği
8 Jordan, William (1993), Ancient Concepts of Philosophy, Florence, KY, USA: Roudledge, s. 3.
9 Antik felsefe Grek felsefesi anlamında kullanılmaktadır.
cevapla, antik dönemde felsefe nedir? sorusuna verilen cevabı e itleyerek okuyamaz. Felsefe nedir? sorusuna Greklerin verdiği cevap ile Modern 10 dü ünürlerin verdiği cevap farklıdır.
Antik dönemde Greklerin felsefenin doğası ve amacı hakkındaki konu maları ve yazıları ile modern dönemde felsefenin doğası ve amacı üzerine konu malar arasındaki esas ayrım, bugün bizlerin üniversitelerde yaptığımız eyle [i le] ortaya çıkmaktadır. Sosyal hayatın yanlı ve eksik olarak tanımlanacak birçok yönüne bireylik olarak kar ı çıkma ve onun mücadelesini, sonucu ne olursa olsun, sürdürme geleneği antik felsefenin bir hayat biçimiydi. Günümüzde ise felsefeciler üniversite kürsülerinde maa kar ılığı öğrencilerine resmi sınırlar içinde ders veren ki ilerdir. Eskiçağ dü üncesinde felsefe, genel olarak bir hayat tarzı, bir dünya görü ü var etme amacı ta ırken, günümüz Üniversiteleri bir belge verme amacı güderek, diplomalı ya da sertifikalı soru sorma yetisini canlı kılan bireyler yeti tirmektedir. Sokrates, öğrencilerine bizzat kendi üzerinden bir dünya hayat tarzı sunarken, günümüz felsefe hocası belki sadece öğrencilerinin içinde bulundukları topluma uyum sağlamakta zorlanmayan bireyler olarak yeti melerini ve belki de yönlendirilmesine kar ı tavır alı biçimleri geli tirmelerini amaçlamaktadır.
Günümüzde felsefe, Üniversitelerin Felsefe Bölümlerinde yapılmaktadır (verilmektedir). Üniversitelerin, amaç olarak ‘geleceğin yaratımı’ imkânına yükledikleri anlam önemlidir. Geleceğin imdisi bizler için büyük imkânlar alanı demektir. Bu yüzden geleceğin yaratımında felsefenin özel i levi nedir? sorusu öncelikle sorunun neyi amaçladığına odaklanmayı gerekli kılar. Bir filozof olarak Sokrates zamanını, Atinalıların içinde bulunduğu varsayımlarını, iddialarını tahlil etmekle geçiriyordu; o bir bilim adamı değil, filozoftu. Bilim adamı ve filozof birbirine yardımcı olabilir. Bilim adamı bazen yeni bir fikrin pe indedir ve filozof de bilimlik sonuçlarla ortaya çıkan anlama göre
10 Burada kısaca Modern kelimelerinin tarihsel öyküsüne bir gönderme yaparak cevabın farklılığının kaçınılmazlığına yol açan imkânı göstermek
istiyorum. Modern teriminin uzun bir tarihi serüveni vardır. Latince formunda “modernus” olarak modern, ilk defa MS 5. yüzyılın sonunda
imdide olanı geçmi tekinden ayırmak için kullanılmaya ba lanmı tır. Yani bir dindar olarak Hıristiyan ile Romalı ve pagan olanı birbirinden ayırmak için modernus kelimesi kullanılmaya ba landı. Buna göre kelime bir çağın bilincini ifade eder ve antik geçmi le olan ili kisini gösterir. Bu da eskiden yeniye geçi in bir sonucu olarak kendini göstermedir. Buna göre modernite kelimesini Rönesansla sınırlandırmak eksik kalmaktadır. Mesela 12. yüzyılda Büyük Charles döneminde halk kendisini modern olarak tanımlıyordu. Bunun yanı sıra 17. yüzyıl Fransa’sında “Quarelle des Anciens et des Modernes” me hurdur. Ayrıntı için Bkz. Jurgen Habermas (2002), “Modernity- An Incomplete Project,” The Anti-Aesthetic Essays On Postmodern Culture, Editör ve Giri , Hal Foster, New York: The New Press, s. 1–2.
aydınlanır. Her iki alanın kar ılıklı ileti imi geli mi dü ünce alı kanlıklarını payla ır. Bilim adamı sonuçları ister ve bu sonuçları evrende gerçekle mesini gözlemeye çalı ır. Filozof ise bu sonuçlarla ortaya çıkan fikirlerin anlamının pe indedir. Ancak gerek bilim gerekse bilgili olma özelliği felsefenin asli değil, ikincil derecedeki araçlarıdır. Felsefe her kelimeyi, her cümleyi ve dü ünceyle ilgili her sözlü ifadeyi alır ve ardında da bunun anlamı nedir? sorusunu sorar. Bu sıradan duyumluk cevapların ötesine geçme isteğidir. Modern anlamda Üniversitelerin felsefe bölümlerinin i levi de bu öteye geçmeyi soru turmak ve dü üncemize dâhil olan her bir kavramın uygulayım alanının anlağını geni letmek için çözüm adına yeni soruları varlığa 11 getirmektir.
Felsefenin yapısında iki ana unsur vardır: Philo ve Sophia. Bu iki ana unsur, felsefenin insan tecrübesinden doğan en somut iki ayırıcı özelliğidir. Philo; dost, arkada , seven demektir. Sophia ise bir yönden bilgelik ve bilim kavramını ifade ederken bir yönden de beceri, yapabilme gücü (iktidar), i bilirlik ve zekâ anlamlarına gelmektedir. Grek dü üncesinde yapabilme gücü, sophia’nın birincil anlamı olsa da, bilgelik 12 ile yapabilme gücü iç içe geçmi ortak kavramlardır.
Herakleitos, “bilgeliği seven insanlar gerçekten çok eyde ara tırmacı olmalıdır” 13
derken, sıradan ara tırma ve bilginin üzerinde bir hedefi betimlemektedir. Genel olarak sophia’nın doğruluğa, hikmete sahip olma anlamı yaygındır. Aristoteles’in ifadesiyle sophia, “en yüksek ve en tanrısal eyleri bilmeye 14 yönelmi zihnin kendisidir.”
Ona göre, bir bilgin aynı zamanda bir bilgedir. Bu bir bakıma dost ve dostun dostu ile dü ünce arasında var- olu a çıkmasıdır. Bu var-olu süreci için, mümkün olduğunca çok zor ve insanlar tarafından bilinmesi kolay olmayan eyleri ve bilimin her dalında nedenleri keskin bir ekilde bilme, öğrenme ve öğretme gücünün olması gereklidir. Bu güçte olanlar, kendileri için ve “sırf bilmek amacıyla” aranan bilimlik kavrayı a sahip olan ki ilerdir. Bunlar kavrayı ve uygulayım tümlüğünde kendilerine dı sal her hangi bir güç ya da kurumluk yapı tarafından buyrulan ve buyruğa göre eyleyen ki iler değil, aksine ya am bütünlüğüyle ba kalarına kendisinin irade dı ı tavrıyla buyuran ki idir. Bir sınıflandırma yaparak konu ursak, Đlk olarak bilge, mümkün olduğu ölçüde her eyi bilen bir ki idir. Her eyi bilme, yani derin bilgi sahibi olma ya da bilginlik bilgenin birinci ayırıcı özelliği olmaktadır. Đkincisi, güç ve insanlar tarafından bilinmesi kolay olmayan
11 Whitehead, A. N., (1966), Modes of Thought, New York: The Free Press, s. 171-4 [MT].
12 Diemer, Alwin (1990), “Felsefe,” Günümüzde Felsefe Disiplinleri (çev. Doğan Özlem), Đstanbul: Đnkilap, s. 12.
13 Herakleitos (2005), Fragmanlar Herakleitos (çev. Cengiz Çakmak), Đ stanbul: Kabalcı, s. 35.
14 Aristoteles (1999): 78; 80, 2. dip not [981a, 27].
eyleri bilme gücüne sahip olma ve bu gücü uygulayımda gösterme becerisi olan insan bilge ki idir. Üçüncüsü bilimin her dalında nedenleri daha kesin bir biçimde bilen ve bunları da öğretme gücüne sahip olandır… Dördüncüsü Psikolojik bir nitelik olarak bilge ki i dı sal yönlendirmeye kar ı açık değildir. Buna göre de bilge ki i kendisine
emredilen değil, aksine kendisi ba kalarına rehberlik etme yeteneği olan 15 16 ki idir...
“Bilgisizlikten kurtulmak için felsefe yapmaya giri mek,” “tanrısal bilim”in ke fine katılmak demektir. Bu bilimin üstünlüğü insanın bilmeye ve anlamaya yönelik ortak açlığının ve hayal kırıklığının yaratmı olduğu ‘sorma durumları’na ula mı olduğu tek doyum alanıdır.
Doğu u itibarıyla filozofun özellikleri arasında sıradan bir i sahibi olmak, zenginliğin pe inden ko mak, öhret ve güç talep etmek gibi eylere kar ı ilgisizlik yer alır. Bu anlamda sophos, “farklı olma”nın adıdır. Sophos olmak, kendince bir hayat tarzı belirlemektir. O hayatını, geleneğe dayalı değerleri hiçe sayarak ve sıradan insanların ya adığı sıradan hayattan kendini ayırarak ve o hayata uygun bir tavır alı la
ya amı ve konu mu biridir. O bir dü ünür ve doğruluk arayıcısı olarak 17
görülür. Bilgelik bir rüya durumunda ya da salt tahayyül alanında
gerçekle en bir verilmi lik değil, kazanılan bir gerçekliktir. Bilge, hayatın bütünlüğü içindekini görünümle tirerek ‘kendi’ olarak onu kendi üzerinden var-olu a getirme becerisinde olma durumudur. Bilgeliği, bilme, bildiğini yapabilme ve arzulama gücüne en üst düzeyde sahip olma olarak tanımladığımızda, onun bu niteliği çalı mamızın bütünlüğünü olu turan tarihi serüvendeki yer arayı ını ‘umutsuzca’ sürdürmesini tanımlama açısından yol gösterici olacaktır.
Laertius bilge-filozof özde liğinden hareketle Pythagoras’a (MÖ 570–494) referansla filozofu öyle resmetmektedir:
Đ lk filozof adını alan ki i Pythagoras’tır… Tanrının dı ında hiç kimse bilge değilmi . Eskiden ‘bilgelik’ deniyordu, bunu meslek edinene ve zekâsını büyük bir özenle bu konuda çalı tırana ‘bilge,” bilgeliği bağrına basana da ‘filozof’ deniyordu. Bilgelere sofist de denirdi: yalnız bunlar değil, ozanlar da sofistti; Kratinos Arkhilokhoi’da Homeros ile Hesiodos’u izleyenleri överken böyle
söylerler. 18
15 Aristoteles (1996): 82–3, [982a 10; 83 [982a, 6–32].
16 Aristoteles (1996): 83–4, 85, [982b 10–20; 983a 5].
17 Soccio, Douglas J., (2010), Felsefeye Giri Hikmetin Yapı Ta ları (Çev. Kevser Kıvanç Karata ), Đstanbul: Kaknüs.
18 Diogenes Laertius (2010), Ünlü Filozofların Ya amları ve Öğretileri (Çev. Candan entuna), Đstanbul: YKY., [11, 12] s. 16–17.(Bundan sonra DL
eklinde verilecektir).
Genel kabule uyarak tekrarlarsak, Philo-Sophia kelimesi, Pythagoras’ın ke fidir. Ona göre hiç kimse gerçek sofhia, ya da sophia sahibi olamaz. Sophia kelimesi, söylemi olduğumuz gibi, Grek’te hem bilim hem de bilgelik kar ılığı kullanılır. Sophia Aristoteles tarafından iki farklı anlamda kullanılmı tır. “Sophia” genel olarak bilim ve felsefedir. Đ kinci anlam ise, en yüksek ve en tanrısal/kutsal eyleri bilmeye yönelmi 19 zihnin kendisidir. Daha genel bir söyleyi le “sophia (hikmet), ancak Tanrı’nın inhisarındadır. Pythagoras’tan önce bu bilim, gerçekte sofhia adını ta ıyordu. Bunu meslek edinen kimse ayet asil ve zengin bir ruha sahipse, sofhos adını alıyordu. Ama buna kar ılık bir philosophos
(hikmeti seven) sadece hikmete ula maya çalı an kimsedir.” 20 Tüm bu bilgileri yeniden toplayarak tekrar edersek bugün
kullandığımız anlamda Philosophia, sözcük olarak MÖ 5. yıldan itibaren kullanılmaya ba lanmı ve felsefi anlamda ilk olarak MÖ 4. yüzyılda Platon tarafından tanımlanmı tır. Sokrates öncesi dü ünürlerin philosophos (filozof) sıfatını da, philosophein (felsefe yapmak) fiilini de, philosophia (felsefe) adını da bilmedikleri söylenebilir. Bilindiği kadarıyla bu sözcüklere Perikles yüzyılı diye adlanan MÖ 5. yüzyılda rastlanmaktadır. Felsefe bundan önceki çağlarda “tanımak, gerçeklik ve insanlar hakkında en geni deneyime ula mak ve ba ka bölgeleri birbirinden farklı gelenekleri ke fetme” anlamına gelmektedir. Sokrates öncesi dü ünürler ise kendi entelektüel tavırlarını historia, yani bir soru turma olarak görüyorlardı. Böyle bir tecrübeye sahip ki i insan hayatıyla ilgili konularda bir yargılayıcı konumunda olabilir. Homeros’tan bu yana philo- önekiyle bile en sözcükler hayat ilgisini, hayat tarzını, hayat nedenini kendini u veya bu etkinliğe adayarak bulan 21 ki inin konumunu belirtmek için kullanılıyordu.
Sophia kavramının MÖ 5. yüzyılda tam da felsefi bir tanımı yapılmamı tı. Sophos olan ki i hem çok ey bilen, çok ey görmü , çok yolculuk etmi , ansiklopedik bilgiye sahip hem de hayatta adab-ı mua eret kurallını bilen ve uygulayan ve mutluluk içerisinde olan biridir. Bilme ve yapmayı birbirinden ayırmak zor görünmektedir. Serüveni geriden getirirsek, sophos ve sophia sözcükleri Homeros’tan (Đlyada 15, 411) bu yana filozoflarınkiyle hiç ilgisi olmayan bir anlamda kullanılmı tır. Đlyada’da sophia, her tür yapabilme yetisine sahip bir dülgeri tanımlar. Buna göre sophia, “belli ölçülere ve kurallara bağlı, belli bir eğitimi ve çıraklığı gerektiren ve ayrıca zanaatkâra veya sanatçıya aletin yapım sırlarını açıklayan, sanatlarını icra ederken onlara yardım da eden bir tanrının ya da tanrısal bir varlığın katkısını gerektiren etkinlikler ve uygulamalar” olarak tanımlanır.
19 Aristoteles (1996): 80, 2. dip not.
20 Keklik, Nihat (1982), Felsefenin Đlkeleri, Đstanbul: Doğu Yay., s. 6.
21 Hadot 2011: 27. Philo-posia içkiye duyulan ilgi; philo-timia onur kazanmaya duyulan ilgi; philo-sophia da sophia’ya duyulan ilgidir.
Buna ek olarak Sophia ba kaları kar ısında davranı geli tirebilme yeteneği anlamına gelir. Bu yetenek kurnazlığa ve kendini gizlemeye kadar uzanır. Mesela Theognis’in Krynos’a gönderdiği, soyluların eğitimi üzerine özlü sözler derlemesindeki bir öğüt öyledir:
Krynos, dostlarından her birine bir ba ka yanını açık et. Her birinin duygularına göre kendini farklı göster. Bir gün dostlarından birine yakın duruyorsan ki iliğini ona göre deği tirmeyi bil. Çünkü yetenek (sophie) büyük bir yücelikten (arete) bile daha iyidir.
Sokrates’in Savunması’nda Kherephon’un (Savunma 20–23) Delphoi’deki kâhine Sokrates’ten daha bilge (sophos) birinin bulunup bulunmadığını sorduğunu, kâhininse Sokrates’ten daha bilge hiç kimsenin olmadığını söylediğini anlatır. Sokrates bunun üzerine kâhinin ne demek istediğini anlamaya çalı ır. Bunun için uzun bir soru turmaya –devlet adamları, airler, zanaatkârlar- giri ir. Görü meler boyunca bu insanların her ey bildiklerini sandıklarını ama hiçbir eyi bilmediklerini fark eder. Dolayısıyla kendi bilgeliğinin, bilmediği bir eyi bildiğini sanmamaktan kaynaklandığı sonucuna varır. Kâhinin söylemek istediği udur: insanların en bilgesi “bilgi konusunda bir hiç olduğunu bilendir.” Filozof’un hiçbir ey bilmemesi, ama bilmezliğinin bilincinde olması tüm diğer insan edimlerinden ayrıldığı niteliktir. Felsefe yapmak bir bilgiye veya beceriye, bir sophia’ya eri mek değil, insanın kendini sorgulamasıdır; çünkü insan olması gerektiği gibi olmadığı duygusuna kapılacaktır.
bir sınıflandırmaya sığdırılamayacak kadar da konumsuzdur. öyle söylemek daha uygundur: O bir atopos’tur, yani tuhaf, ölçüsüz, saçma, yoldan çıkarıcıdır. Theatitos’ta (149a) Sokrates kendisi hakkında, “ben tümüyle yoldan çıkartıcıyım (atopos) ve yarattığım yalnızca aporia’dır ( a kınlık),” der.
Sokrates, “bana doğru geleni ba kalarının da görmesini sağlamaktan hiç geri durmuyorum. Bunu sözle değil davranı larımla görmelerini sağlıyorum,” diyerek, adaleti en belirleyen eyin, dürüst bir 22 insanın varlığı ve hayatı olduğunu kendinde sergilemektedir.
ölen’de Eros, bilgi (sophia) ile cehalet arasındaki yolun tam orta noktasında olduğu için bilgiyi sevendir (philo-sophe). Platon burada bilgelikten neyi anladığını söylemez. Tanrıları birer bilge olarak gördüğü için burada a kın bir durumun söz konusu olduğunu ima eder. Bilgeliğin, erdemle özde le tirilen bilginin kusursuzluğunu temsil ettiği söylenebilir. Fakat sophia salt kuramlık bir bilgi olmaktan çok bir beceri bilgisi, bir hayat bilgisidir ve Platon’un ölen’de çizdiği filozof Sokrates figüründe bu bilginin izi kar ımıza onun ya am tarzı olarak çıkar. Diotima, iki sınıfın felsefe yapmayacağını söyler. “tanrılarla bilgeler; çünkü zaten bilgedirler ve deliler, çünkü kendilerini bilge sanırlar.” Sokrates sorar:
22 Hadot (2011): 39–41.
“mademki bilgeler de, deliler de felsefe yapmıyor, o halde kimler felsefe yapar?” Diotima öyle cevaplar:
Bilgelerle deliler arasındaki orta noktada duranlar felsefe yapar; onlardan biri de Sevgi’dir. Çünkü bilgelik en güzel eylerden biridir ku kusuz. Sevgi güzelliğe duyulan sevgidir. Dolaysıyla, Sevgi’nin bilgi-sever (philo-sophe) olması gerekir ve bir filozof olarak, bilgeyle deli arasında bir ara basamakta durması gerekir. Bunun nedeni ise doğumunda gizlidir: babası bilge (sophos) ve yaratıcıdır, anasıysa delidir ve aporia (uzla maz çeli ki) içerisindedir.
Buna göre filozof Eros’tur. Bilgelikten, güzellikten, iyilikten yoksun olduğu için bilgeliği, güzelliği ve iyiyi arzu eder, sever. O Eros’tur, yani Arzu’dur, edilgen ve geçmi e duyulan bir arzu değil, Eros gibi “tehlikeli bir avcıya” yakı an, co kun bir arzudur. ölen’e göre felsefe bilgelik değil, bilgelik dü üncesiyle belirlenen bir hayat biçimi ve bir söylemdir. 23
Ayırım ve bu ayrıma yapılan vurgu önemlidir. Öncelikle her eyi bilmenin kar ılığı olarak kabul edilen sophia, Tanrıya ait bir sıfattır. Bu ayrım, Modern felsefenin babası olarak kabul edilen Descartes’da (ö. 1650) da öne çıkar:
Hakikate ancak ve yalnız Tanrıdır ki, tam olarak bilgedir, yani her eyin hakikati hakkında tam bilgisi vardır; fakat denilebilir ki, insanlar daha önemli hakikatler hakkında az veya çok bilgi sahibi oldukları ölçüde az veya çok bilgelik sahibidirler… Varlığın ba lıca bölümü ruh olan, insanlığın temelli dü üncesi, ruhun gerçek gıdası
olan bilgeliği aramak olmalıdır.” 24
Hint felsefe geleneğine baktığımızda felsefe kavramının içeriğini orada da Grek formunda buluruz. Sanskritçe’de felsefe kelimesine en yakın kavram darshana’dır. Drs kökünden gelen darshana bir “görme,” ya da “görü ” biçimi anlamına gelir. Her iki kavram da bakı /görü açısına sahip olma eylemine i aret eder. Ancak darshana, mutlak ya da bütün olarak kapsamlı bir bilme yolu/yöntemi anlamına gelmez. Buna göre darshana fikri/dü ünsel kavrayı tan daha fazla bir eydir. Burada görme salt zihinlik bir görme değil, kalple birlikte görmedir. Kalp ve zihnin uyumu hikmetin genel eğilimi/nabız atı ını in a eder. Bu tür görme iki anahtar kavramı içerir. Prajana ve karuna. Prajana hikmetin entelektüel temeline i aret eder. Buna bilgi denebilir. Karuna ise “sevgi” ya da “ efkat” anlamına gelir. Hikmetin gerçekle ebilmesi için bilgi ve
efkat/sevginin birlikteliği gereklidir. Gerçek hikmet, zihin ve kalbin uyumudur. Bu uyum Budist bodhisattva idealinde resmedilmi tir.
23 Hadot’un kelimeleriyle söylem, günlük dilden farklı olarak, yazılı ve sözlü ifadeyi bir arada tutan felsefi akılcı dü ünce anlamında kullanılmaktadır.
24 Descartes, R., (1988), Felsefenin Đlkeleri (Çev. Mehmet Karasan), Đstanbul: MEB, s. 6–7.
Bodhisattva “uyanık olan” ya da “aydınlanmı ” ki iyi temsil eder ve kendi hayatını bu hikmeti payla an diğerine adar. 25
Türk-Đslam felsefesinde ise Tanrı hakîm olduğu gibi insanlar da hakîmdir. Kuran’da birçok yerde hem Tanrı, hem Peygamberler, hem de peygamber olmayan insanlar için “hikmet sahibi” ifadesi geçmektedir. 26 Mesela Türk filozof ve kelamcı Maturidi’ye (853/863-944) göre hikmet, bir eyi yerli yerine koymaktır. Diğer bir ifadeyle hakîm ‘burada olma’ süreci içinde var olması gerektiği ekilde yeniden imdile tirendir. Buna göre hikmet, bir eyi kendi yerine koymak eklinde tanımlanınca, 27 Tanrı’ya hakîm denilebilmektedir.
Đnsan açısından hikmet, kendi imkânlarıyla birlikte yetenekleriyle ba ba a kalması, bu yeteneklerin bir erdemle (fazıla; fazlasını ortaya koyma) yönelimini olu turmayı temsil etmesidir. Hikmet, ister tanrısal isterse insanla ilgili olsun, varolan her ey hakkında doğru bilgi ve bu bilgiye göre davranı anlamına gelir. Var olan her eyin bilgisine insanların değil, yalnız tanrıların sahip olabileceği gerekçesi yüzünden insana, “ancak böyle bir bilgiye eri mek çabası ile bu
tür bir bilgiye kar ı duyulan bir sevgi kalmaktadır.” 28 Bu da insana felsefe yapmanın insan için kaçınılmaz bir arayı ve çaba olduğunu gösterir.
Bugünkü kullanımıyla felsefe kavramına ilk ve kesin anlamda Platon’da (MÖ. 428-347) rastlamaktayız. Bu kavram Platon’daki ekliyle genel bir kabul görmü ve yaygınla mı tır.
ölen ile birlikte philosophia sözcüğü felsefenin programı haline gelir. 29 ölen’de sadece a k bilge ve güzel olana duyulan arzu olarak
değil, dölleme, yani çoğalarak ölümsüzle me arzusu olarak da ortaya çıkar. A k, yaratıcı ve dölleyicidir. Diotima, iki tür dölleyicilik olduğundan söz eder ( ölen 208e). Biri bedenin dölleyiciliği, diğeri de ruhun dölleyiciliğidir. Phaidros’ta ise Platon “zihinleri, tohumlamak”tan söz ediyor:
Söylemler ekmeli, bu söylemlerin içlerinde barındırdıkları tohumlardan da ba ka doğalarda, insanı olası en yüksek dereceli mutluluğa götürebilecek… ba ka söylemler ye erecektir (Phaidros 277a).
Bu nedenle Platon “gerçek felsefeyi övmek ve kamu ya amında ve özel ya amda adaletin nerede olduğunu yalnızca onun ı ığında görebileceğimizi ilan etmek zorunda kaldım,” der. Diğer bir deyi le, onun ifadesiyle, “filozofluk görevi,” harekete geçmektir. Yani bunun için de
25 Bernard (1947): 4; Brannigan (2000): 3–4.
26 Bkz., Kur’an: 2/129, 251, 169; 4/113, 154; 5/ 110; 31/ 12; 76/ 30; 16/125.
27 Özcan, Hanifi (1988), “Maturidiye Göre Hikmet Terimi,” Đslami Ara tırmalar, Cilt: 2, Sayı: 6, s. 42–3.
28 Küyel, Mübahat Türker (1991), “Türklerde Felsefe Geleneği,” Türk Yurdu, Cilt: II, Sayı: 44, s. 5–6.
29 Hadot (2011): 54–5.
“felsefi biçimde ya amasını öğrenmek”tir. Bu nasıl gerçekle ir? Hiçbir çıkar gütmeden yürütme yönündeki ortak istekle ve sofistliğin tüccarlığına bilinçli bir kar ı koyu la gerçekle ir. Bu da bir hayat tercihidir ve insanın fikri ve ruhsal ya ama dönmesini “tüm ruhunu” ortaya koyan bir deği im gerçekle tirmesini içerir. Platon için bilim ve bilgi, insanın ruhuna “hazır halde verilebilen” tümden kuramlık ve soyut bir edim değildir. Bu nedenle Whitehead, “arı, saf bilgi, yani salt kavrama fikri, Platon dü üncesine tümüyle yabancıdır. Profesörlerin çağı henüz 30 gelmemi ti,” diye yazar.
Bilge ile felsefeci arasında ya anan hızlı deği imin varlığını yadsıyamayız. Deleuze/Guattari (1925–1995/1930-1992) ikilisinin yorumuyla bu süreç Greklerle ba ladı. Grekler bilgeliği “öldürerek,” yerine bilgeliğin dostlarını, yani filozofları geçirdiler. Bilge, filozof olunca kavramı ke fetmi ve onun üzerine dü ünmeye ba lamı tır. Bu deği imle felsefe de, “kavramlar olu turmak, ke fetmek, üretmek 31 sanatı”
eklinde tanımlanınca, filozof “kavram dostu, kavram üretme gücünü içinde ta ıyan” 32 ki i olmu tur. Bu, “dost ile dü üncenin”
bulu ması ve insanın olayda deği mesidir. Bunu çok deği ik yurtlarda, diğer bir deği le kültürlerde bulmamız a ırtıcı değildir. Her ne kadar Grek’le ba ladığını onaylasak da, yine de o ba ka yurtların da çocuğudur.
Felsefe nedir? Platon’a göre felsefe, “sanatların en yükseğidir” veya felsefe, “ruhu karanlıktan aydınlığa çevirmek, yani gerçek varlığa yükseltme i idir.” 33 Burada felsefe bir dinin insanın iç dünyasını ke fetme mücadelesi olarak verilmektedir. Felsefe, bir din olarak insan ruhunun yüceltici iç gücüdür. Kindi (796–866) felsefeyi, “insanın gücü ölçüsünde
varlığın hakikatini bilmektir,” 34 diye tanımlar. Bu tanımların ortak özelliği, bilme ile yapabilme gücünü bir arada göstermek ve bir hayat tarzı olarak seçkici davranmaktır.
30 Whitehead, Adventures of Ideas.
31 Deleuze/Guattari (1996), Felsefe Nedir? (Çev. Turhan Ilgaz), Đstanbul: YKY., s. 12.
32 Deleuze/Guattari (1996): 14.
33 Platon (1958), Devlet, (Çev. Sebahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz), Đ stanbul: Remzi Kitabevi, s. 323–4 [521c].
34 Kindi (1994), Felsefi Risaleler (Çev. Mahmut Kaya), Đstanbul: Đz Yay., s.
1. Felsefenin bir hayat tarzı sunduğu iddiasını Descartes edebi cümlelerle öyle ifade ediyor: “Felsefesiz ya amak, açmaya çalı madan gözü kapalı ya amaktır. Üstelik gözümüzün görüp meydana çıkardığı bütün eyleri görmenin verdiği zevk, asla felsefenin bulup meydana çıkardığı eylerden edinilen bilginin verdiği hazla ölçülemez” (Descartes 1988: 8). Bernard Russell felsefenin değerinin, “ruhun zenginlikleri arasında aranması” (Russell, B., 1970, felsefe meseleleri, Çev. Hayrullah Örs, s. 202) gerektiğini söyler.
Batılı Anlamda Felsefe ve Köken Sorunu
Felsefe tarihi ba lığını ta ıyan her adlandırma, en azından günümüz çalı maları açısından, kaçınılmaz olarak Grek dünyasını merkeze almamızı zorunlu kılmaktadır. Hegel, Tarih Felsefesi’nde Grek dünyasından söz ederken, “Grekler arasında kendimizi evimizde
hissederiz,” diye yazar. Ona göre bunun sebebi, “Tinin (Spirit/Geist) * toprağında” olmamızdır. Birçok Batılı ve Doğulu 35 yorumcunun Grek
dü üncesi ve coğrafyası üzerinde Mısır ve Hint etkisini tartı masına benzer ekilde Hegel de “bu milletin kökeni, filolojik özellikleri de dâhil, daha gerilere, hatta Hindistan’a kadar izlenebilse de, Tin’in doğru
Yükseli i ve gerçek yeniden Doğu u ilkin Grek’te aranmalıdır,” 36 der. Buna göre sebep aktif değil, sonuç aktiftir. Bu bir anlamda Grek dü üncesinin “kendi kendisi ile olması” ve Hume’un “her sonucun kendi
sebebinden ayrı olduğu” 37 dü üncesini gerekçelendirir. Yani Grek’te felsefenin doğumunun sebebi, Hint ya da Çin’de veya Mısır’da aranamaz.
ayet böyle bir argümanı kabul edersek, felsefe denilen eyin imkânı ne kadar açık olacaktır? Burada bunu ayrıntılandırmak istemiyorum.
Tinsel Avrupa”nın doğum yeri Grek’tir. Bu millette çevre dünyası kar ısında yepyeni, bireylik bir tavır alma geli tirmi lerdi. Bu tavrın tutarlılığı içinde tamamen yeni türden tinsel bir ürün ortaya çıktı, bu
da hızla sistematik, kapalı bir kültür biçimi olma yolunda ilerledi.
Grekler buna Felsefe demi lerdi. 38
* Tin gerçekliğe götürür ve her eyi bilen güçtür. Hegel açısından Tinin özü özgürlüktür. Felsefe, tinin tüm özellikleri ancak özgürlük yoluyla kalıcı
olduklarını, yalnızca özgürlük için araçlar olduklarını, tümünün araçlar olduklarını, tümünün yalnızca özgürlüğü aradıklarını ve ürettiklerini öğretir. Tin kendi kendisi ile olmadır. Bu da özgürlüktür, çünkü bağımlı olduğum zaman kendimi bir ba kası ile bağıntılarım ki, o değilimdir. Tinin bu kendi kendisi ile olması özbilinçtir, kendinin bilincidir. Bilinçte iki ey ayırt edilecektir; ilk olarak biliyor olmam ve ikinci bildiği ey. Özbilinçte ikisi çakı ır, çünkü Tin kendi kendini bilir, kendi doğasının yargılanı ıdır ve Tin aynı zamanda kendine gelme ve böylece kendini ortaya çıkarma, kendini kendinde ne ise o yapma etkinliğidir” [Hegel (2006): 20–1].
35 Bu ayrım salt bölgelik bir ayrım değil, aynı zamanda hayatı tanımlama ve hayatı nedenleriyle ya ama becerisine göre kuramlar olu turabilme yetisine
ait olan adlandırmayı betimler.
36 Hegel, Georg (2006), Tarih Felsefesi (Çev. Aziz Yardımlı), Đstanbul: Đdea, s. 163; Hegel (2009), The Philosophy of History, Scotts Valley, CA-USA, s.
37 Inquiry Concerning Human Understanding, Sect. IV. Genel değerlendirme için bkz., SMW 4.
38 Husserl, Edmund (2007), “Avrupa Đnsanlığının Krizi ve Felsefe” (Çev. Ayça Sabuncuoğlu-Önay Sözer), Avrupa’nın Krizi der. Önay Sözer-Ali Vahit
Turhan, Ankara: Dost, s. 327.
Husserl bu yargısına öyle devam eder. Grek’te tarihi çevre dünyası (Unwelt) nesnel dünya değil, nesnel dünya tasarımıdır ve orada 39 varlık adına tanrılar, cinler vs. yer alır.
Filozof olma, dünyanın katılımsız seyircisi, gözlemcisi olma tutumudur. Diğer bir deyi le “kuramdan yola çıkarak yeni dü ünme hedef ve yöntemleriyle yalnız böyle bir tavır alma içinde olanaklı olan yönlendirilmeye hazır olur; bu hedef ve yöntemlerle sonunda felsefe felsefe olur ve insanın kendisi filozof haline gelir. 40
Geleneğe bağlı gündelik ya am doğruluğuna değil, geleneksellik yüzünden artık gözü kama mayanlar için özde , her zaman geçerli bir doğruluğa, kendinde bir doğruluğa yönelik sorudur bu.[…] Felsefe insani bir tutum yaratıyor; tüm gereklilik ve amaçlarıyla insanın içinde yeti mesiyle geçerliliğini kazanmı tarihi geleneğin amaçlarıyla birlikte arda kalan tüm uygulayımlık hayata el atan bir tutumdur bu. Felsefenin geleneğe kar ı tavır alı ında iki imkân öne çıkar. Birincisi geleneklik olarak geçerli olan bütünüyle bir kenara atılır, ikincisi de içeriği felsefi olarak alınır ve bununla da felsefi
idealliğin tini içinde yeniden biçimlendirilir. 41 Grek felsefesinin ya da Felsefenin ba langıç sorunu aynı
zamanda Batı kültürünü ba langıç sorununu da temsil eder. Böyle bir kabul salt bir tarihlik ilgi sorunu değildir. Bu ba langıç sorunuyla ilgileniyor olmak, içinde bulunduğumuz imdideki insan kültürünün mevcut sorunlarına temas etmeyle ilgilidir. Đnsanlık tecrübesinde Grek dü üncesinin geli iminin bu ilk safhasıyla ilgilenmemizin sebebi ya da sebepleri nedir? Anlayı ımızı, kavrayı ımızı derinle tirmede bu dönem bize ne sağlayabilir? Đlk bilim adamı ya da filozofların Anadolu’dan ortaya çıkması bir tesadüf olarak adlandırılabilir mi? Öncelikle söylenmesi gereken bu bölgenin hem ticaretin hem de kültürel etkinliklerin egemen olduğu bir dönemi ya ıyor olmasıdır.
Gadamer felsefenin ba langıç sorusuna, yani Presokratikler hakkında konu maya ilkin Thales, ya da Homeros ile veya O dönemdeki Grek dili ile ba lamak yerine Platon ve Aristoteles ile ba lamayı doğru bulur. Bunun sebebi ise, Presokratikleri yorumlamanın biricik felsefi eri im kaynağı bu isimler olmalarıdır. Bunun dı ında yapılacak ba ka her 42