Ya ama-Đstenci ile Us Arasındaki Sava : Hangisi kazanmalı?

3. Ya ama-Đstenci ile Us Arasındaki Sava : Hangisi kazanmalı?

Özetle ölüme ili kin bizi etkileyen iki güç vardır. Biri varlığımızın, en azından doğal ya da bedensel varlığımızı olu turan ya ama istencidir; öbürü ise usumuz ya da dü üncedir. Đlki her ko ulda ya amaya devam etmemizi, ölümden korkmamızı ve kaçmamızı söylerken diğeri ölümün korkulacak bir ey olmadığını, onun bu acı dolu ya amdan bir kurtulu olduğunu söyler. Bu iki güç sava maktadır ve eğer ya ama istenci bir insan bilincinde her durumda ve her zaman bu sava ı kazanıyorsa, bedellerini umursamaksızın yalnızca kendi ya amını korumaya çalı an bir insan portresi çıkar kar ımıza. Schopenhauer böyle insanların her ne kadar en derin doğalarını gerçekle tiriyor olsalar da bizler tarafından genelde küçük görüldüklerini; yani böyle bir tavrın çoğu insan tarafından haklı olarak onaylanmadığını söyler. Bu da usun ya ama kar ı tavrından kaynaklanmaktadır çünkü doğamız bize ölümden korkmamızı söylüyorken, usumuz bize bu korkunun yersizliğini hatırlatmaktadır.

Usun ölümle ilgili bu net ve açık tavrına rağmen en üst düzey eğitim almı olanlar ve en zor ve karma ık sorunların üstesinden gelenler

de dahil olmak üzere insanların çoğu ölümden korkmaya neden hala devam ediyorlar? Đ te burada Schopenhauer usumuza rağmen ölümden korkmaya devam etmemizi açıklanması gereken bir olgu olarak görüyor ve çe itli alternatifleri değerlendiriyor. Đlk olarak acaba, doğu tan getirdiğimiz ölüm korkusunu bir yana bırakırsak, usumuz bize ölümden korkmamamızı söylemesine rağmen ondan korkmaya ve kaçmaya devam etmemizin nedeni “varolmama dü üncesi”nin bizde yarattığı endi e olabilir mi diye soruyor Schopenhauer. Yani öldüğümüz zaman yok olacağımızı dü ünmemiz usumuzu yine de korkuya yönlendiriyor olabilir mi? Sahip olduğumuz en değerli ve en temel eyin bu dünyadaki varolu umuz olduğunu dü ünürsek, bu ilk bakı ta olanaklı gibi görünüyor. Ancak Schopenhauer böyle bir temelin oldukça mantıksız olduğunu basit bir kar ıla tırma yaparak gösteriyor: “Ölümün bize bu kadar korkunç görünmesine neden olan var-olmama dü üncesi olsaydı, henüz var olmadığımız zamanı da mutlaka aynı korkuyla dü ünmemiz gerekirdi.” 16 Varolmamaktan söz edeceksek bizim iki ayrı varolmama

durumuyla kar ı kar ıya olduğumuz açıktır. Doğmadan önceki varolmayı ımız ve ölümden sonra içine dü eceğimizden korktuğumuz varolmayı ımız. Temelde iki varolmama durumu arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Biz doğumumuzdan, yani varolu umuzdan önce geçen sonsuz zamanı dü ündüğümüz zaman ne korku ne de endi e duyarız. O zaman varolu umuzdan sonra geçecek olan sonsuz zamandan neden korkalım ki? Demek ki, diye sonuçlandırıyor Schopenhauer, “var

16 Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, ss. 466- 467.

olmama dü üncesi” us insanı ölümden korkmaktan alıkoyuyorken bu korkunun yine de devam ediyor olmasını açıklayacak bir etmen olamaz.

Biz henüz var olmamı ken tam bir sonsuzluk doğal akı ını sürdürmü tür ve bu hiçbir ekilde bizi rahatsız etmez. Öte yandan, çok az süren geçici bir varolu a ait oyunun ardından bizim artık var olmadığımız bir ikinci sonsuzluğun gelecek olması bize zor ve hatta dayanılmaz gelir. imdi varolu için duyulan bu istek onu tatmı ve onu çok zevkli bulmu olmamızdan ortaya çıkmı olabilir mi? Yukarıda kısaca ortaya konduğu gibi, kesinlikle olamaz; kazanılmı deneyim çok daha ziyade var olmayı ın kayıp cenneti için sonsuz bir özleme neden olmaya yeterli olmu tur. Ruhun ölümsüzlüğü için duyulan umuda her zaman “daha iyi bir dünya” umudu eklenir; bu da imdiki dünyanın pek değerli olmadığının

göstergesidir. 17 Ruhun ölümsüzlüğüne duyulan arzuyu incelediğimizde

Schopenhauer’un ya amın

ili kin değerlendirmesiyle zorlanmaksızın yüz yüze geliyoruz. Eğer birisi ruhunun ölümsüz olmasını istiyorsa, yok olmaktansa bir ruh olarak varlığını, yani bilincini sürdürmeyi arzuluyorsa, aynı zamanda ölümünden sonraki ya amının da bu ya amdakinden çok daha iyi olacağını, daha mutlu olacağını ya da tek tanrılı dinlerin vaat ettiği gibi bir cennete gideceğini dü ünüyor olduğu içindir. Ruhun ölümsüzlüğüne inanan ya da onu arzulayan ki i için bile içinde ya adığı bu dünya her zaman ölümden sonra gideceğine inandığı, umut ettiği dünyadan daha kötüdür. Yani insanların ruhun ölümsüzlüğü arzusu temelde daha mutlu olacakları bir dünyada ya ama arzusudur. Bu

değerine

da bize ölümden sonra yok olacağımız dü üncesinin ölüm korkusunun temelinde olamayacağını gösterir; çünkü ölüm gerçekten yok olu sa, ya am temelde anlamsız bir çaba olarak görünür ve bu anlamsız çabanın bitmesi kötü değil iyi bir eydir. Peki o zaman neden hala ölümden korkuyoruz? Ölümün bir yok olu olduğu varsayımı olsa olsa bize mutluluk vermelidir çünkü bu dünya kötüdür, acıdır ve değersizdir. Üstüne üstlük var olmadığımız onca zaman için hiçbir endi e duymazken, ölümden sonra var olmayacağımız sonsuz zamandan korkmak açık bir çeli kidir: “Artık var olmayacağımız zaman için yas tutmak henüz var

olmadığımız zaman için yas tutmak kadar gülünçtür.” 18 Elbette Schopenhauer’un kötümserliği her noktada ölüme ili kin

yargılarını etkiler. Ya am acılar ve mutsuzluklarla dolu olduğu için ya amın “özlenmeyecek bir ey” olduğundan emindir. Daha önce söylediğimiz gibi bunu hem a priori hem de a posteriori olarak

17 Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, ss. 466- 467.

18 Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 467.

kanıtlamakta zorlanmaz. Dolayısıyla özlem duyulamayacak kadar kötü olan bu ya amı “kaybetmi olmak açıktır ki hiç kötü değildir; bu yüzden var olmadığımız gerçeğinden ne kadar az rahatsız oluyorsak var

olmayacağımız gerçeğinden de o kadar az rahatsız olmalıyız.” 19 Ancak bu noktada Schopenhauer’un kötümserliğinin dünyanın ve ya amın

mevcut durumunun kötü olduğu ama ba ka türlü olsaydı daha iyi olabileceği üzerine kurulduğu dü ünülmemelidir. Aksine insan ya amının acı ve ıstırap dolu olu u, Schopenhauer’a göre bir zorunluluktur, ba ka bir deyi le insan varolu u acı ve ıstırabı zorunlu olarak içinde ta ır. Ya ama-istenci metafiziği ya amın mevcut ve olanaklı tüm biçimlerinin a priori olarak acıyla dolu olmasını gerektirir. Ussal, fiziksel, teknolojik ya

da bilimsel geli meler de dahil olmak üzere hiçbir geli me ya amı iyile tirme ve insanların mutluluğunu arttırma ya da garantileme olanağına sahip değildir. Đnsanların, diye sorar Schopenhauer, “bütün arzuları, dilekleri daha doğar doğmaz yerine getirilmi olsaydı eğer, insanlar ne ile doldururlardı hayatlarını ve ne ile geçirirlerdi zamanlarını” ve bu soruyu öyle yanıtlar: “Ya can sıkıntısından ölürlerdi ya da kendilerini asarlardı ya da olmadı birbirlerine dü er, kavga dövü birbirlerini boğup öldürürlerdi, böylece kendilerini imdi tabiatın onlara yazdığından daha büyük bir acı ve ıstıraba uğratırlardı.” 20 Demek ki insan

varlığının özünde onun acı ve sıkıntıyla ya aması bir zorunluluk olarak bulunmaktadır, ya am ıstırap demektir. Tüm isteklerin yerine getirebilmi , arzularını tatmin etmi , aradığı her tür mutluluğa eri mi bir insan dü ünsek bile, doğa bunun bedelini ona can sıkıntısıyla ödetir. Mutsuzlukla ba ı dertte olmayan insan, çabalayacak herhangi bir hedefi kalmayacağı için, bu sefer can sıkıntısı içine dü er, bu da onun yeni sıkıntısı olur, ya can sıkıntısından patlayacak, yani acı çekecektir, ya da can sıkıntısını geçirmek için yeni bir dert edinecek ve bu sefer onun pe inden ko arken yeniden çabalama durumuna dönmü olacaktır. Bu da en derin doğamızın sonucudur; biz insanlar ya ama istencinin insan organizması olarak biçimlenmi ekli olduğumuzdan, doğanın bir parçası olarak her ko ulda ya amımızı sürdürmek ve ölümden kaçmak isteriz. Bilincin gösterdiği yola direnmemizin nedeni de budur.

…bilinç bilmekten olu ur ve bu nedenle bilinç için ölüm kötü değildir. Üstüne üstlük ölümden korkan gerçekten egomuzun bilen parçası değildir, fuga mortis [ölümden kaçı ] basitçe ve bütünüyle ya ayan her eyi dolduran kör istençten gelir. Ama zaten belirtildiği gibi tam da içsel doğası ya am ve varolu için çabalamaktan olu an ya ama

istenci olduğu için bu fuga mortis ona özseldir. 21

19 Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 468.

20 Schopenhauer, Hayatın Anlamı, s. 17.

21 Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 468.

Tüm bunlar usumuzun ya ama-istencine yenilmesinin nedenini henüz bulamadığımızı gösteriyor. Schopenhauer bu durumda ba ka bir alternatifi incelemek gerektiğini dü ünüyor. Çeli kiler varlığı olan insanın yine de ölümden korkuyor olmasının nedeni organizmanın, yani bedeninin parçalanacak, dağılacak olması olabilir mi? Đnsan kaçınılmaz olarak bedensel bir varlığa sahiptir, doğumundan itibaren bir bedenin sahibi ya da bir bedenin bizzat kendisi olarak dü ünür kendisini. Schopenhauer’un deyi iyle “organizma kendini beden olarak açığa

çıkarmı olan istencin kendisidir.” 22 Ölüm ise bu bedenin i lemesinin sona ermesi ve parçalanıp doğaya karı arak birliğini kaybetmesi

demektir. Dolayısıyla ya ama istenci olarak ben bedenimin i leyi inin durmasıyla birlikte ya amımı kaybetmi olacağım ve kaçtığım tek ey olan ölüme yenilmi olacağım. Đ te bu nedenle biz insanlar bedenimizin

i leyi inin sonu olması açısından usumuza rağmen en temel doğamız olan ya ama istencinin sonu olan ölümden korkmaya devam ediyor olabiliriz. Ancak acaba temeli organizmanın sonu olan bu korkuyu duymakta haklı mıyız ya da usumuz bu açıdan en temel doğasına yenilmeye mahkum mu? Öldüğümüz zaman bir bilinç kaybıyla kar ı kar ıya kalacağımız açıktır, çünkü bilinç ancak organizma bütünüyle canlılığını korurken varlığını sürdürmektedir, beyin ölümü gerçekle tiğinde ise bilinç ortadan kaybolur. Biz bilinç yokluğuyla ya amımız sürerken de bazı durumlarda kar ıla maktayız; örneğin, derin uyku, baygınlık, koma hallerinde ve narkoz etkisi altındayken olduğu gibi. Tüm bu bilinç yokluğu ya da kaybı süresince ne bir acı, ne bir rahatsızlık hissederiz, tam tersine iyi ve kötü tüm duyguların yokluğu demektir bilinç kaybı. O zaman organizma için ölüm, insan için bilincin kaybolduğu anla örtü ür, o andan sonra hiçbir duygunun varlığından bahsedemeyiz.

Bilinç, bireysel gövdeye bağlı bireysel bir bilinç olarak, her gün mutlaka uykuyla kesilir. Derin uyku, sürdüğü sürece, ölümden hiç de ayrı değildir. Gerçekten de, uyku, donmada olduğu gibi kesintisiz ölüme geçer sık sık. Uyku ancak gelecek bakımından, açıkçası uyanma bakımından ölümden farklıdır. Ölüm, bireyliğin unutulduğu bir uykudur. Bireylikten ba ka her ey yeniden uyanır ya da daha 23 doğrusu hiçbir zaman uyumamı tır.

Dolayısıyla ölüm haliyle bütünüyle kar ıla mı olmasak da, ki bu zaten olanaksızdır, yine de yukarıda bahsedilen durumlarda öldüğümüzde olacaklarla kısa süreli olsa da tanı mı oluruz. O zaman bizim ölümden korkmamızın nedeni acıdan korkuyor olmamız olamaz, korktuğumuz ya ama-istenci tarafından bakıldığında organizmanın dağılması, organizmanın canlılığını yitirmesidir, ancak us tarafından bakıldığında

22 Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 468.

23 Schopenhauer, Đsteme ve Tasarım Olarak Dünya, ss. 214-215.

korktuğumuz bu olamaz çünkü, organizmanın canlılığını yitirmesi durumuna uyku ya da baygınlık hallerinden alı ık olduğumuz için bunun herhangi bir acının hissedilmeyeceği bir durum olduğunu biliriz. Tüm bunlar göz önüne alındığında ölümden hala korkuyor olmamızın nedeni organizmanın çalı masının durmasından ba ka bir ey olmalı. Yukarıdaki alıntıdan da anla ılacağı gibi bu sonucu uykudan uyandığımızda kazandığımız eyin ne olduğuna ve ölümün uyanılamayacak bir uyku olduğunu dü ündüğümüzde neyi kastettiğimize dikkatimizi yönelterek bulabiliriz. Ölümde bizi korkutan ey ne varolmama dü üncesi ne de bedenimizin canlılığını kaybedip dağılacak olmasıdır, “bizim ölümde korktuğumuz,

tutulmasıdır, ı ığının sönmesidir.” 24

bireyin,

bireysel

olanın