Analitik dan Teori Di Indonesia

Analitik Teori
Carl G. Jung

Analitik Teori
Çeviren-: Abdulhalim Durma

Freud’da olduğu gibi, kuvvetli bir şahsiyet ekseriya diğer
kuvvetli şahsiyetleri kendisine çeker, ve sonra da geriye atar.
Bu, Freud ve fikirleriyle olan Carl Jung’un ilişkisinin tarihidir.
Jung, Freud’un Rüya Tabiri’ni neşredildikten hemen sonra
okur, ve Freud’un ifadelerinden bazısının geçerliğini ispat
etmek için yolu tutar. Freud ve Jung arasında 1906’da düzenli
bir haberleşme başladı, ve takibeden yılda Jung, Freud’u ilk
ziyaretini Viyana’da yaptı. İkisinin de birbirlerine hayranlığı
öylesine fazlaydı ki Freud, Jung’un kendi halefi olmasına karar
verdi. 1910’da IPA kurulduğunda, Jung ilk başkan oldu ve bu
1914’e kadar sürdü. 1909’da Freud ve Jung, Üniversite’nin
kuruluşunun 20. Yılı merasiminde bir seri konferans vermek
üzere davet edilerek Massachusetts’de Worcester’de, Clark
Üniversitesine beraber seyahat ettiler. Fakat üç yıl sonra Freud
ve Jung arasında şahsi ilişki soğumaya başladı. Nihayette,

1913’ün başında şahsi haberleşmeye, birkaç ay sonra da iş
irtibatına son verdiler. 1914 Nisanında Jung cemiyet
başkanlığından ve 1914 Ağustosunda da üyelikten çekildi.
Kopuş tamamlandı. Freud ve Jung bir daha birbirlerini
görmediler.
Bu iki adamın kendileri, Freud’un biyograficisi E. Jones
(1955) ve diğerlerinin (Weigart, 1942,Dry, 1961) Freud ve Jung
arasındaki ilişkiyi anlatan birçok yazılar vardır. Hele Freud’un

tesirindeyken Jung tarafından neşredilen makaleler ve onun
sonraki Freudçu psikanaliz tenkitleri, Toplu Eserler’in dördüncü
cildinde bir araya getirildi. Freud üzerine diğer iki makale 15.
Ciltte yer almaktadır. Freud ve Jung arasında, 1906-1913
yıllarını içine alan 330 mektup henüz neşredilmedi.
Her ne kadar bu deruni ilişkinin kopuşunun sebepleri
kompleks ve dışarıdan belirlenmekte ise de, onların şahsi ve
entelektüel uyuşmazlıklarından önemli bir sebep, Jung’un
Freud’un panseksüalizmini reddedişiydi. “Asıl sebeb şudur”,
diyordu, kabul olunmaz farz ettiğim metodunu cinsiyet
teorisiyle aynılaştırdı (Şahsi haberleşme, Jung’dan 1954). Sonra

Jung, Freud ile karşılaşmadan önce anahatlarını çizmeye
başlamış olduğu ve Freud ile ortak çalışması esnasında devamlı
olarak üzerinde durduğu Analitik Psikoloji olarak bilinen kendi
psikanaliz teorisini ve psikoterapi metodunu ağır fakat emin
adımlarla yürüyerek ortaya koydu.
Jung’un bakış açısının göze çarpan ve tefriki
karakteristiklerini tartışmadan önce, kısaca hayatının bazı
noktalarını gözden geçirelim. Carl Gustav Jung İsviçre’de 26
Temmuz 1876’da Thurgau kantonunda Konstanz gölünde
Keswyl kasabasında doğdu. Ve Basel’de büyüdü. Babası İsviçre
Reform Kilisesinde bir papazdı. Jung klasik bir filolog olma
niyetiyle –ve mümkünse bir arkeolog- Basel Üniversitesine
girdi, fakat gördüğü bir rüya ile tabii ilimler sahasında ve
böylece tesadüfi olarak tıbda alakasının doğduğu farzedilir.
Basel Üniversitesinin tıb derecesini aldıktan sonra Zürih Akıl
Sağlığı Hastanesi ve Psikiyatri Kliniğinde/Bürghölzli’de asistan
oldu ve psikiyatride kariyere başladı. Şizofreni kavramını
geliştirmiş olan seçkin Fransız psikiyatrist Eugen Bleuler’in

asistanı oldu. Sonra da ortak çalışmaya girdi. Paris’te

Charcot’nun öğrencisi ve halefi olan Pierre Janet ile çalıştı.
1909’da Bürghölzli’de 1913’te Zürih Üniversitesinde psikiyatri
müderrisliği ile özel tatbikat, eğitim, araştırma, seyahat ve
yazılarına zamanının çoğunu verdi. Yıllarca, İngilizce konuşan
öğrenciler için verilen seminerlere yardım etti. Aktif öğretimden
emekliliğini takiben Zürih’te kendisi için kurulan bir eğitim
enstitüsüne ad verdi. 1944’te Basel Üniversitesinde özellikle
Jung için bir tıbbi psikoloji kürsüsü kuruldu, fakat kötüleşen
sağlığı yüzünden bir yıl sonra kürsüyü bırakması gerekti. 6
Haziran 1961’de Zürih’te 85 yaşında öldü. Freud’un Ernest
Jones tarafından yazılan biyografisiyle mukayese edilir bir
biyografisi henüz neşredilmedi. Jung’un ölüm yılında, kısmen
doğrudan doğruya Jung tarafından yazılan ve kısmen de onun
güvenilir sekreteri A. Jaffe tarafından kaydedilen ve basılan ve
Jung tarafından verilmiş konuşmalardan sağlanan bir
otobiyografi, anılar, rüyalar ve düşünceler olarak kitap halinde
neşredildi (1961). Anılar, rüyalar, düşünceler esasen bir dahili
ve spiritüel biyografidir. Gerçi Jung’un hayatındaki dış olaylar
hakkında da oldukça bilgi ihtiva eder. Kitabın özü ilk cümleyle
şöyle ortaya konur: “Hayatım gayrışuurun kendi kendisini

gerçekleştirmesinin hikayesidir.” Jung için biyografik materyal
Rieda Fordham (1953), Bennet (1961), ve Dry (1961) ‘da
bulunabilir.
Carl Jung’un 20. Yüzyılın seçkin psikoloji
düşünürlerinden biri olduğu kabul edilir. 60 yıl boyunca
kendisini büyük bir enerji ve benzersizlikle insan şahsiyetinin
fazlasıyla yaygın ve derinde yatan gerçekliğini analize verdi.
Yazıları ciltlerledir ve tesirinin genişliği hesaba gelmez. Sadece
psikolog ve psikiyatristler arasında değil aynı zamanda hayatın

her kesitindeki eğitim görmüş insanlar arasında da tanınır.
Aralarında Harvard Üniversitesi ve Oxford Üniversitesinden
aldığı şeref dereceleri de dahil olmak üzere bir çok şeref
nişanesi kazanmıştır. Birleşik Devletlerde epeyce konferans
verdi ve bu ülkede birçok izleyici ve hayranı vardı.
Jung’un şahsiyet teorisi umumiyetle gayrışuur oluşumuna
önemle yer vermesi sebebiyle bir psikanalitik teori olarak kabul
edilebilirse de, bazı hususlarda Freud’un şahsiyet teorisinden
farklılaşır. Jung’un insan hakkındaki görüşünün belki de en
seçkin ve tefriki özelliği, teleoloji ile kozaliteyi birleştirmesidir.

İnsan davranışı kişinin sadece ferdi ve ırki tarihiyle (kozalite)
değil aynı zamanda gaye ve arzularıyla (teleoloji) da
şartlandırılır. Hem aktüalite olarak geçmiş ve hem de potansiyel
olarak gelecek, kişinin mevcut davranışına yol gösterir. Jung’un
şahsiyet görüşü şu anlamda ileriye dönüktür; şahsın
gelişmesinin gelecek çizgisini göz önünde bulundurur. Şu
anlamda geriye dönüktür; maziyi hesaba katar. Parantez
açarsak, “şahıs sebepler kadar gayelerle de yaşar”. İnsan
gelişmesine kader veya maksadın rolüne gösterilen bu ısrar,
Jung’u açıkça Freud’dan ayrı bir yere koyar. Freud için, sadece
ölüm araya girinceye kadar, içgüdüsel temlerin nihayetsiz bir
tekrarı vardır. Jung için ise, devamlı ve çok kere yaratıcı
gelişme, bütünlük ve tamamlama için araştırma, ve yeniden
doğuş için arzu vardır.
Jung’un teorisi, ırki ve filogenetik şahsiyet esaslarını
kuvvetle vazetmesi sebebiyle, diğer bütün şahsiyet teorilerinden
ayrılır. Jung şahsiyeti, eski cedlerine dair mazisinin ürünü ve
ihtiva edicisi olarak görür. Modern insan, insanoğlunun geriye
giden karanlık ve bilinmeyen köklerine iner, geçmiş nesillerin


yığışımlı tecrübeleriyle mevcut şeklini kazanır. Şahsiyetin
esasları arkaik, ilkel, fıtri, gayrışuuri ve muhtemelen
evrenseldir. Freud şahsiyetin çocuksu köklerine önem verir.
Halbuki Jung şahsiyetin ırki köklerine ağırlık verir. İnsan ataları
tarafından kendisine miras bırakılmış olan birçok istidatlarla
yüklüdür; bu istidatlar onun hal ve hareketlerine yol gösterir ve
kısmen de tecrübeden şuurlu olacağı ve bu tecrübe dünyasından
seçici tarzda kazanacağı tepkiyi tayin eder. Diğer deyişle,
tecrübe dünyasından seçici tarzda kazanacağı ırki bakımdan
önceden şekillenmiş ve kolektif bir şahsiyet vardır, ve bu
şahsiyet tecrübelerle tadil edilerek işlenir. Bir ferdin şahsiyeti,
harici kuvvetlerle hareket eden ve harekete getirilen iç
kuvvetlerin bir ürünüdür.
İnsanın ırki geçmişine ve bugününe dayanan bu büyük
önem, şu anlama gelmektedir. Jung, başka bir psikologdan
ziyade, ırki köklerinden ve şahsiyet tekamülünden
öğrenebileceği kadar insan tarihinde derine gider. İnsan
şahsiyetinin kökleri ve gelişmesiyle ilgili araştırmasında
rüyalar, hayaller, nörotik semptomlar, psikotik halüsinasyon ve
kuruntular kadar, ilkel insanların mitolojisini, dinlerini, adet ve

inançlarını da inceledi. Onun bilgi genişliği ve kavrayış
derinliği, muhtemelen bugünün psikologları arasında
emsalsizdir.
Dry (1961) Jung’a tesir etmiş olan XIX. Yüzyılın önemli
entelektüel gelişmelerinden bazılarını teşhis etmiştir. İlki
özellikle realiteyi kavrarken ünite ve istek, irade karşılığı veya
muhakeme için sezgiye doğru gayrışuur, kutbi çalışma
kavramlarıyla Şopenhauer, von Hartman, ve Nietzsche gibi
filozoflar vardır. Sonra, “..yeniden gelişen Alman ve Fransız

psikiyatrisi..özellikle biyoloji olmak üzere diğer sahalardaki
ilmi keşifler; evrim teorisinin yaygın kabulü..; sosyal bütünlük
ve din incelemesi dahil, evrim fikirlerinin insana tatbiki, ve
(farklı cemiyetler arasında) benzerlikleri keşfederken psişik
ünite ve kültürel etki unsurları arasındaki ihtilaf; arkeolojik
çalışmaların getirdiği zihinsel buluşlar; Romantisizmi ile
Almanya’nın büyük edebiyatı, tarihi ve teolojik gelenekleri
(s.19-20).”
Dry, aynı şekilde İsviçre tarafsızlığı ve istikrarlılığıyla
Jung’un düşünce hayatını benimsediğini kabul eder.

Şimdi Jung’un şahsiyet torisinin asli özelliklerini
göreceğiz. Her ne kadar teorik formüller ciltler halindeki
yazılarda bulunursa da 7, 8, ve 9. Ciltler, Toplu Eserlerin
I.kısmı teorinin daha sistematik ifadelerini ihtiva eder.

Şahsiyet Yapısı
Jung tarafından ifade edildiği şekilde, total şahsiyet veya
psişe, farklı fakat birbiriyle etkileşen sistemlerden ibarettir.
Bunlardan ego, şahsi gayrışuur ve kompleksleri, kolektif
gayrışuur ve arketipleri, persona, anima ve animus, ve gölge en
önemlileridir. Bu karşılıklı bağımlı sistemlere ilaveten
introversion, ekstroversiyon tutumları, düşünce, his, duygu ve
sezgi fonksiyonları vardır. Nihayette şahsiyetin merkezi olan
self bulunmaktadır.
Ego. Ego şuurlu zihindir. Şuurlu idrakler, hatıralar,
düşünce ve hislerden meydana gelir. Ego, kişinin kimlik ve
sürekliliği duygusundan sorumludur ve şahsın, kendi
zaviyesinden şuurluluğun merkezinde bulunduğu kabul edilir.

Şahsi Gayrışuur. Şahsi gayrışuur egoya bağlı bir

bölgedir. Evvela şuurlu bir intiba bırakacak kadar zayıf olan
bastırılmış, itilmiş, unutulmuş, veya reddedilmiş olan
tecrübelerden ibarettir. Şahsi gayrışuurun muhtevaları, Freud’un
şuur öncesi materyalinde olduğu gibi, şuurluluğa kabul
edilebilir ve şahsi gayrışuur ve ego arasında iki yollu işlek bir
trafik akışı vardır.
Kompleksler. Kompleksler gayrı şuurda bulunan his,
düşünce, idrak, ve hatıraların organize bir grubu veya burcudur.
Onu çeken, veya çeşitli yaşantıları ‘burç haline getiren’ bir çeşit
mıknatıs gibi hareket eden bir çekirdeği vardır (Jung, 1934).
Mesela anne kompleksini düşünelim (Jung, 1954 a).
Çekirdek, kısmen anneye dair ırki tecrübelerden kısmen de
çocuğun anası ile olan tecrübelerinden ortaya çıkar. Anne ile
ilgili olan fikirler, hisler, ve hatıralar çekirdeğe çekilir ve bir
kompleks teşkil eder. Daha fazla tecrübeyi, çekirdekten yayılan
daha güçlü kuvvet itecektir. Bu yüzden bütün şahsiyeti
annesinin hakimiyeti altında olan birisinin kuvvetli bir ana
kompleksine sahip olduğu söylenir. Düşünceleri, hisleri, ve
hareketlerine ana kavramıyla yol gösterilecektir. Bu kavramın
söyledikleri ve hissettikleri onda derin bir manaya sahip olacak

ve onun hayali zihninde ön planda yer alacaktır. Bir kompleks
zihni hayata ve kendi hareket gücüne sahip bir otonom şahsiyet
gibi davranabilir. Şahsiyetin kontrolünü yakalayabilir ve psişeyi
kendi maksatları için faydalı kılabilir. Tolstoy’un basitleştirme
fikriyle, Hitler’in de iktidarsızlıkla hükmedildiği söylenebilir.
Çekirdek ve ilgili unsurlardan çoğu herhangi bir özel
anda gayrışuuridir, fakat çağrışımlardan herhangi biri veya
bizzat çekirdek ekseriya şuurlu hale gelebilir ve gelir.

Kollektif Gayrışuur. Bir kolektif veya şahsın ötesinde
bulunan gayrışuur kavramı, Jung’un şahsiyet teorisinin en
orijinal ve ihtilaflı özelliklerinden biridir. Psişenin en güçlü ve
etkili sistemidir, ve patolojik hallerde ego ve şahsi gayrışuuru
oldukça gölgeler (Jung, 1936).
Kollektif gayrışuur ayrı bir tür olarak sadece insanın ırki
tarihini değil aynı zamanda ilave olarak insan öncesi veya
hayvan dedesini de içeren insanın cedsel geçmişinden miras
alan, saklı hatıralarının deposudur. Kollektif gayrışuur, insanın
tekamüli gelişmesinde birçok nesillerde tekrarlanmış
tecrübelerin neticesi olarak yığılan, psişik bir bakiyedir. Kişinin

hayatındaki şahsi herhangi bir şeyden tamamen ayrılır ve
görülür şekilde üniverseldir. İnsanoğlu az veya çok aynı
kolektif gayrışuura sahiptir. Jung, bütün insan ırkında beyin
yapısı benzerliğini kolektif gayrışuurun üniverselliğine atfeder
ve bu benzerlik kendisini sırayla müşterek bir tekamüle
borçludur.
Irki hatıralar şu şekilde kalıtsal değildir; zira geçmiş
nesillerin canlı tecrübelerinin sadece ihtimaliyetini miras alırız.
Onlar seçici tarzda dünyaya tepkide bulunmak için bize verilmiş
istidatlardır. Bu istidatlar dünyaya projekte edilir. Mesela
insanların daima anneleri olmuş bulunduğundan, her bebek
dünyaya bir anneyi idrak etme ve tepkide bulunma istidadıyla
yüklü olarak gelir. Ferdi bakımdan kazanılmış olan anne bilgisi,
ırkının geçmiş tecrübeleriyle insanın beynine inşa edilmiş olan
kalıtsal bir potansiyelliğin tamamlanmasıdır. İnsanın üç boyutta
dünyayı görme kapasitesiyle doğuştan yüklü oluşu ve bu
kapasiteyi tecrübe ve eğitimle geliştirmesi gibi, insan ferdileşen
tecrübeleriyle aktüalize hale gelen kesin şekil ve muhtevalara

göre birçok düşünce, his, ve idrak istidatlarıyla doğuştan
yüklüdür. İlkel insanın karanlıkta birçok tehlikelerle
karşılaşması ve zehirli yılanların bir kurbanı olduğu farz
edilmesi sebebiyle, insan karanlıktan ve yılanlardan
korkutulmakla istidatlı hale getirilir. Bu gizli korkular modern
insanda hiçbir zaman gelişemez, meğer ki, hususi tecrübelerle
kuvvetlendirilmesinler. Fakat bu çeşit tecrübeleri daha hassas
yapan başka bir temayül vardır. ‘En yüksek oluş’ fikri gibi bazı
fikirler kolaylıkla şekil kazanır. Çünkü istidat kesinlikle beyinde
damgalanmıştır ve şuurluluğa geçmesi ve davranışa tesir etmesi
için ferdi tecrübeden çok az takviye görmesi yeter. Bu saklı
veya potansiyel halinde bulunan hatıralar, insanoğlunun
yığışımlı tecrübelerinin bir neticesi olarak beyinde gömülü olan
birbirine yapışık yapılar ve yarı yollara bağlıdır. Jung der ki, bu
ezeli hatıraların kalıtsallığını inkar etmek, beynin tekamülünü
ve kalıtsallığını inkar etmek demektir.
Kollektif gayrışuur, şahsiyet yapısının kalıtsal, ırki
esasıdır. Ego, şahsi gayrışuur, ve diğer bütün ferdi oluşlar ona
inşa edilir. Esasen tecrübelerin bir neticesi olarak şahsın
öğrendiklerine, hayatın en başından itibaren şahsın davranışı
üzerinde rehber ve seçici bir etkiyi deneyen kolektif gayrışuurla
tesir edilir. “Yaşamakla yükümlü olduğu hayat tasavvuru, onda
hakiki kuvveti olan bir imaj olarak hemen hemen doğuştandır.”
(Jung, 1945). Bu imaj, imaja uygun düşen dünyadaki objelerle
kendisini aynılaştırarak somut bir idrak veya fikir haline gelir.
Kişinin hayat tecrübeleri, kolektif gayrışuurla büyük ölçüde
şekil kazanır. Her ne kadar başka türlüsü için tamamen olmasa
da, hiçbir değişiklik ve gelişme olmayabilirdi.

Şahsi ve kolektif olmak üzere zihnin iki gayrışuur bölgesi
, insana muazzam birer hizmet sahası olabilir. (Gayrışuur),
asırlarca arketiple ilgili organlarda mevcut tertiple ilgili akıl ve
tecrübe gibi unutulmuş olan ve tepeden bakılan her şeye, bütün
şuuraltı muhtevalara sahip olması sebebiyle, şuurlu zihinden
zayıf olan ihtimalleri korur (Jung, 1943). Diğer taraftan, eğer
gayrışuurun aklı ego tarafından reddedilirse, gayrışuur, şuurlu
rasyonel oluşumları, onların muhafazasını ele geçirerek ve
onları tahrif edilmiş şekillere bükerek bozabilir. Arazlar, fobiler,
kuruntular, ve diğer akıldışılıklar ihmal edilmiş gayrışuur
oluşumlarından ortaya çıkar.
Arketipler. Kolektif gayrışuurun yapısal unsurları çeşitli
adlarla adlandırılır: arketipler, dominantlar, ezeli imajlar,
imajlar, mitolojik imajlar, ve davranış modelleri (Jung, 1943).
Bir arketip, geniş bir duygu unsuru ihtiva eden üniversel bir
düşünce şeklidir. Bu düşünce şekli normal uyanık hayatta bir
kısım şuurlu durumlarla mutabık kalan hayal ve görünüşleri
yaratır. Mesela anne arketipi hakiki anne ile benzeşen bir anne
figürü imajını hasıl eder. Diğer deyişle, bebek kısmen annesini
nasıl idrak edeceğini tayin eden bir annenin önceden teşkil
etmiş genel kavramını miras alır. Bebeğin idrakına annenin
tabiatıyla ve annenin bebekle olan tecrübeleriyle tesir edilir. Bu
yüzden bebeğin tecrübesi, muayyen bir tarzda dünyayı idrak
etmek ve aynı dünyanın hakiki mahiyetini anlamak için dahili
bir istidatın ek ürünüdür. İki tayin edici umumiyetle arketipin
kendisinin dünya ile ırki tecrübelerinin bir neticesi olması
sebebiyle, ve bu tecrübeler, dünyanın herhangi bir yerinde
yaşayan herhangi bir kişinin sahip olacaklarının hemen hemen
aynı olması sebebiyle uygun şekilde birbirlerini tamamlar.
Yani, annelerin tabiatı –yaptıkları- ırk tarihinde baştanbaşa

hemen hemen aynı kaldı. Bu yüzden bebeğin miras aldığı anne
arketipi, bebeğin etkileştiği fiili anne ile uygundur.
Gördüğümüz gibi, bir kompleks çekirdeği tecrübeleri
kendisinde toplayan bir arketip olabilir. Arketip bu ortak
tecrübeler vasıtasıyla şuurluluğa nüfuz edebilir. Mitler, rüyalar,
görünüşler, alışkanlıklar, nörotik ve psikotik arazlar, ve sanat
eserleri çok miktarda arketip materyali ihtiva eder, ve arketiple
ilgili en iyi bilgi kaynağıdırlar. Jung ve arkadaşları, din, mit, ve
rüyalardaki arketip belirtileri üzerine oldukça çalıştılar.
Kollektif gayrışuurda sayılı arketiplerin olduğu kabul
edilir. Teşhis edilenlerden bazısı, doğum, yeniden doğuş, ölüm,
iktidar, büyü, ünite, kahraman, çocuk, Allah, şeytan, akıllı yaşlı
adam, toprak ana ve hayvandır.
Her ne kadar bütün arketipler şahsiyetin diğer kısmından
nispeten bağımsız hale gelebilen otonom dinamik sistemler
olarak düşünülebilirse de, bazı arketipler şahsiyetten ayrı
sistemler olarak muamele görmeyi temin edecek kadar
gelişmektedirler. Bunlar persona, anima ve animus ve gölgedir.
Persona. Persona, sosyal teamül ve geleneğin taleplerine
ve kendi dahili arketip ihtiyaçlarına tepki olarak şahıs tarafından
benimsenen bir maskedir (Jung, 1945). Cemiyet tarafından
kendisine tayin edilen roldür, cemiyetin hayatta oynaması için
ondan beklediği kısımdır. Maskenin maksadı başkalarında kesin
bir intibaı bırakmaktır ve çok defa da, istemeyerek de olsa,
şahsın hakiki tabiatını gizler. Persona, kişinin dünyaya teşhir
ettiği veya sosyal görünüşün arkasında var olan özel şahsiyetle
tezat olarak insanlara ait tutumun fertte mecz olduğu
hususlardır.

Eğer ego şahısla aynılaşırsa, çok defa olduğu gibi, fert
duyduğu hakiki hislerin daha çok şuuruna varır. Kendisinden
düz veya iki boyutlu niteliği üzerinde yer alan bütün
şahsiyetinden feragat etmiş hale gelir. Otonom bir insan yerine,
cemiyetin bir aksi olan sade bir insan görünüşü kazanır.
Personanın geliştirdiği çekirdek bir arketiptir. Bütün
arketipler gibi bu arketip de ırkın tecrübelerinin dışında
meydana gelir; bu vakada, tecrübeler, bir sosyal hayvan olarak
tarihinde baştanbaşa insana faydalı bir maksat için hizmet eden
bir sosyal rol tutumundaki etkileşmelerden ibarettir.
Anima ve Animus. İnsanın esasen biseksüel bir hayvan
olduğu bilinir ve kabul edilir. Fizyolojik seviyede, erkek ve
kadınlar hem erkek hem de kadın hormonu salgılar. Psikolojik
seviyede erkek ve kadın özellikleri her iki cinste de bulunur.
Homoseksüelite, belki de insan biseksüelitesi kavramını ortaya
çıkaran daha güçlü özelliklerden biridir.
Jung arketipler için, erkek şahsiyetinin kadınsı tarafına,
kadın şahsiyetinin de erkeksi tarafına dayanır. Erkekte kadınsı
arketipe anima, kadındaki erkeksi arketipe de animus der (Jung,
1945). Bu arketipler, her ne kadar cinsiyet kromozomları ve
bezleri tarafından kararlaştırılabilirse de, kadınla erkeğin ve
erkekle kadının ırki tecrübelerinin ürünleridir. Diğer deyişle,
devirlerce kadınla yaşayarak erkek feminize, kadın da
maskulinize hale geldi.
Bu arketipler, karşı cinsin özelliklerini her bir cinse izhar
etmekle kalmaz, aynı zamanda her bir cinsi karşı cinsin
üyelerine tepkide bulunmaya ve onları anlamaya motive eden
kolektif imajlar olarak da hareket ederler. Erkek animası

vasıtasıyla kadın tabiatını, ve kadın da animusu vasıtasıyla
erkeğin tabiatını anlar. Fakat anima ve animus, eğer bu arketip
imaj üyenin gerçek karakterine bakmadan düşünülürse,
anlayışsızlığa ve ahenksizliğe yol gösterir. Yani, eğer bir erkek
kendi idealindeki kadın imajıyla hakiki bir kadını
aynılaştırmağa çalışırsa, ve ideal ile reel arasındaki ihtilafları
ehliyetli şekilde hesaba katmazsa, bu ikisinin aynı olmadığını
anlarken acı bir hayal kırıklığına uğrayabilir. Kollektif
gayrışuurun taleplerine şahsın makul surette uyabilmesi için dış
dünyanın gerçekleri arasında bir uzlaşma olmalıdır.
Gölge. Gölge arketipi, insanın daha aşağı hayat
şekillerinden tekamülü esnasında miras aldığı hayvan
instinktlerinden ibarettir (Jung, 1948). Netice olarak gölge,
insan tabiatının hayvan tarafını belirler. Bir arketip olarak
gölge, insanın orijinal günah kavramından sorumludur, dışa
projekte edildiğinde şeytan veya düşman olur.
Gölge arketipi istenilmeyen davranışların, sosyal
bakımdan ayıplanır düşünce, his ve hareketlerin meydana
gelişinden sorumludur. Bunlar genelde persona vasıtasıyla
gizlenebilirler ve şahsi gayrışuura itilirler. Böylece köklerini bir
arketipe borçlu olan şahsiyetin gölge tarafı, egonun özel
kısımlarına ve ilave olarak şahsi gayrışuur muhtevalarının geniş
bir kısmına nüfuz eder.
Hayati ve şiddetli hayvan instinktleriyle gölge, şahsiyete
tam bir vücut veya üç boyutlu nitelik kazandırır. Şahsiyete
bütünlük kazandırmaya yardım eder.
Self. İlk yazılarında Jung, selfi, psişe veya şahsiyete
eşdeğer olarak düşünmekteydi. Fakat şahsiyetin ırki esaslarını

ve arketipleri keşfetmeye başladığında, insanın ünite çabasını
gösteren bir kavram buldu (Wilhelm ve Jung, 1931). Bu arketip
kendisini, esası mandala veya büyü dairesi olan çeşitli
sembollerle ifade eder (Jung, 1955). Kitabı Psikoloji ve
Simya’da (1944), Jung, mandala sembolüne dayanan bir totalite
psikolojisi geliştirir. Bu total birim, psikolojisinin esas kavramı
olan selftir.
Self diğer sistemlerin etrafında toplandığı, şahsiyetin
merkezi noktasıdır. Bu sistemleri bir arada tutar ve şahsiyete
ünite, denge ve istikrar sağlar.
Eğer gayrışuura zıt olarak onun merkezine egoyla şuurlu
aklı resmedersek, ve buna da gayrışuuru asimile eden hadiseyi
bizim zihni manzaramıza ilave edersek, bu asimilasyonu egoyla
uygun düşen total bir şahsiyetin merkezi, fakat şuurla gayrışuur
arasında bir yarı yol noktası olan şuur ve gayrışuurun bir
tahmini şekli olarak düşünebiliriz. Bu, yeni bir denge,
şahsiyetin yeni bir merkezi, şuurla gayrışuur arasında hareket
noktasına dair pozisyonu hesaba katan hakiki bir merkez,
şahsiyete yeni ve daha somut bir esas temin eden nokta
olacaktır (Jung, 1945).
Self insanların mütemadiyen ulaşmaya çalıştığı fakat
nadiren eriştiği bir hayat hedefidir. Bütün arketipler gibi, insan
davranışını motive eder, ve özellikle din yoluyla sağlanan
geçitlerle bütünlüğü araştırmasına yardımcı olur. Hakiki dini
tecrübeler, birçok insanda olduğu gibi, şahsilik üzerinedir ve İsa
ve Buda figürleri, kişinin modern dünyada bulacağı oldukça
farklılaşmış self arketipi ifadeleridir. Jung’un batı dinlerinden
daha ileri olan yoga gibi çeşitli ritüelistik uygulamalarla dünya

ile ünite ve teklik çabasında Şark dinlerini inceleme ve
gözlemlerinden selfi keşfettiğini öğrenmek, şaşırtıcı değildir.
Bir self ortaya çıkmadan önce tamamen gelişmiş ve
ferdileşmiş olarak şahsiyetin çeşitli unsurları için lüzumludur.
Bu sebepten dolayı, self arketipi şahıs orta yaşa gelinceye kadar
açık hale gelmez. Bu esnada, şahıs, şuurluluk ve gayrışuurluluk
arasındaki orta yolda, şahsiyetin merkezini değiştirmeye ciddi
gayretler sarf etmeye başlar. Bu orta yol bölgesi selfin sahasıdır.
Self kavramı, muhtemelen Jung’un en önemli psikolojik
keşfidir ve arketiple ilgili kesif çalışmaların en yüksek
derecesini arz eder.
Tutumlar. Jung, biri ekstaversiyon diğeri introversiyon
tutumu olmak üzere, şahsiyetin iki esas tutum veya yönelmesini
kabul eder. Dışadönük tutum, dışa doğru, objektif dünyaya,
içedönük tutum da içe, sübjektif dünyaya doğru şahsa yön verir.
Bu iki zıt tutum şahsiyette mevcuttur, fakat ister istemez
onlardan biri hakimdir ve diğeri ikinci derecede ve gayrı şuurlu
iken, şuurludur. Eğer ego üstün gelecek şekilde dünyaya doğru
dışa döndürülürse, şahsi gayrışuur içedönük olacaktır.
Fonksiyonlar. Dört asli psikolojik fonksiyon vardır;
düşünme, his, duyum ve sezgi. Düşünme fikri ve aklidir. İnsan
düşünerek dünyanın ve kendisinin mahiyetini anlamaya çalışır.
Hissetme kıymet takdiri fonksiyonudur; müspet veya menfi,
süjeye referansla eşyanın değeridir. His fonksiyonu, insana
sübjektif haz ve ıstırap, öfke, korku, keder, neşe, ve sevgi
tecrübeleri kazandırır. Duyum, idraki veya realite
fonksiyonudur. Dünyanın somut gerçeklerini veya görünüşlerini

verir. Sezgi, gayrışuurlu oluşumlar ve şuuraltındaki muhtevalar
yoluyla olan idraktır. Sezgici adam, realitenin özünü
araştırırken gerçeklerin, his ve fikirlerin ötesine gider.
Dört
fonksiyonun
mahiyeti
aşağıdaki
misalle
aydınlatılabilir. Kolorado nehrinde Grand Kanyonun kenarında
ayakta duran bir şahıs farz edin.
Eğer his fonksiyonu hakimse, bir korku duygusu,
ihtişamlı ve soluk kesen bir güzellik duygusu yaşayacaktır. Eğer
duyum fonksiyonuyla kontrol edilmekteyse, kanyonu sadece
olduğu gibi, ya da bir fotoğrafın onu gösterebileceği şekilde
görecektir. Eğer düşünce fonksiyonu egosunu kontrol ederse,
kanyonu jeolojik prensipler ve teoriye göre anlamaya
çalışacaktır. Nihayette, eğer sezgi fonksiyonu hakimse, seyirci
Grand Kanyonu mistik bir tecrübe olarak kısmen açığa vurulan
veya hissedilen derin manaya sahip bir tabiat esrarı olarak
görmeye meyledecektir.
Kesinlikle var olan bu dört psikolojik fonksiyon, Jung
için, “ampirik bir hakikat meselesi”dir.
Fakat aşağıdaki telakkinin göstereceği gibi, muayyen bir
mükemmelliğe bu dört fonksiyonla ulaşılır. Duyum hakikatte
verileri tesis eder, düşünme bizi manaya ulaşmakta ehliyetli
kılar, his değer anlatır, ve sezgi de vasıtasız gerçeklerin içinde
yatan imkanları işaret eder. Bu yolla coğrafik bakımdan genişlik
ve uzunlukla bir yeri tayin ederken olduğu gibi, hazır dünyaya
göre kendimizi yönlendirebiliriz (Jung, 1933).
Düşünme ve his, sebep, hüküm, soyutlama, ve genelleme
yapmaları sebebiyle rasyonel fonksiyonlar diye adlandırılırlar.

Onlar insanı genel kanunlara götürürler. Duyum ve sezgi ise,
somut, özel, ve tesadüfi idrake dayanmaları sebebiyle irrasyonel
fonksiyonlar olarak düşünülürler.
Her ne kadar bir şahıs bu dört fonksiyona sahip ise de,
bunlar ister istemez aynı derecede geliştirilemezler.
Umumiyetle bu dört fonksiyondan biri, diğer üçünden oldukça
farklılaşır ve şuurlulukta üstün bir rol oynar. Buna üstün
fonksiyon denir. Diğer üç fonksiyondan biri umumiyetle üstün
fonksiyona yardımcı bir kapasitede hareket eder. Eğer üstün
fonksiyonun tesirli olması engellenirse, yardımcı fonksiyon
otomatik olarak onun yerini alır.
Dört fonksiyondan en az farklılaşana düşük fonksiyon
denir. İtilir ve yeri gayrışuurdur. Düşük fonksiyon kendini
rüyalar ve fantezilerde ifade eder. Düşük fonksiyon da
kendisiyle ortak çalışan bir yardımcı fonksiyona sahiptir.
Eğer dört fonksiyon bir dairenin çemberinde birbirinden
eşit uzaklıkta yerleştirilirse, dairenin merkezi tamamen farklı
dört fonksiyonun sentezini arz eder. Böyle bir sentezde hiçbir
üstün, düşük veya yardımcı fonksiyon bulunmaz. Hepsi de
şahsiyette eşit güçtedirler. Böyle bir sentez, sadece self
tamamen aktüalize hale geldiğinde olur. Selfin tam
gerçekleşmesi imkansız olduğundan, dört fonksiyonun sentezi,
şahsiyetin ulaşmağa çalıştığı ideal bir hedefi arz eder.
Şahsiyet sistemleri arasında etkileşmeler. Şahsiyeti bir
bütün haline getirmeye yönelen çeşitli sistemler, tutumlar, ve
fonksiyonlar, üç farklı şekilde birbiriyle etkileşirler. Bir sistem
bir diğerininin zayıflığını telafi edebilir, bir sistem diğerine zıt

olabilir, veya iki ve daha fazla sistem bir sentez teşkili için
birleşebilirler.
Telafi, ekstraversiyon ve introversiyon tutumlarının
etkileşmesiyle izah edilebilir. Eğer ekstraversiyon şuurlu
egonun hakim ya da üstün tutumuysa, gayrışuur itilmiş
introversiyon tutumunu geliştirerek telafi edecektir. Bu şu
manaya gelir. Eğer dışadönük tutum herhangi bir yolla
engellenirse, gayrışuurun düşük introversiyon tutumu şahsiyetin
muhafazasını ele geçirecek ve kendisi kullanacaktır. Kesif bir
dışadönük davranış devresi ister istemez içedönük bir davranış
devresiyle takip edilir. Rüyalar telafi edicidir, bu yüzden hakim
şekilde dışadönük şahsın rüyaları içedönük bir nitelikte, bir
içedönüğün rüyaları da dışadönük olmaya meyledecektir.
Keza telafi, fonksiyonlar arasında meydana gelir. Şuurlu
dünyasında düşünme ve hisse önem veren bir şahıs gayrışuuri
olarak sezgici, duyumcu bir tip olacaktır. Bunun gibi, bir
erkekteki ego ve anima ve bir kadındaki ego ve animus birbirini
telafi edici bir ilişkiyi gösterir. Normal erkek egosu, animus
maskulin iken feminindir. Umumiyetle, şuurlu dünyanın bütün
muhtevaları, gayrışuurlu dünyanın muhtevalarıyla telafi edilir.
Telafi prensibi, psişeyi nörotik bakımdan dengesiz olmaktan
koruyan zıt unsurlar arasında bir denge veya kararsızlık hali
sağlar.
Hakikatte itikadı ve kanaati ne olursa olsun bütün
şahsiyet teorileri şunu kabul ederler, şahsiyet birbiriyle
çatışmaya gelebilen kutuplaşmış temayüller ihtiva eder. Bu
konuda Jung istisna değildir. Şuna inanır ki, psikolojik bir
şahsiyet teorisi, unsurların çatışmasıyla ortaya çıkan
gerilimlerin hayatın özü olması sebebiyle, ihtilaf veya çatışma

prensibi üzerine kurulmalıdır. Gerilimsiz hiçbir enerji ve sonuç
olarak da hiçbir şahsiyet olmayacaktır.
İhtilaf şahsiyetin her yerinde vardır; ego ve gölge
arasında, ego ve şahsi gayrışuur arasında, persona ve anima
veya animus arasında, kolektif gayrışuur ve persona arasında.
İntroversiyon ekstraversiyona karşı çıkar. Ego, cemiyetin dış
talepleriyle kolektif gayrışuurun iç talepleri arasında ileri geri
sürülen bir top gibidir. Bu mücadelenin bir neticesi olarak, bir
persona veya maske gelişir. Persona kendisini kolektif
gayrışuurdaki diğer arketiplerin saldırısı altında bulur. Erkekte
kadın, yani anima erkeğin maskulin tabiatına tecavüz eder ve
animus kadının feminin tarafına saldırır. Psişenin rasyonel ve
irrasyonel kuvvetleri arasındaki rabıta hiçbir zaman kesilmez.
Çatışma hayatın hazır ve nazır bir gerçeğidir.
Şahsiyet bir evi kendisine karşı daima bölmeli mi? Jung
buna inanmaz. Kutuplaşan unsurlar birbirlerine karşı çıkmakla
kalmaz, aynı zamanda birbirlerini çeker veya ararlar. Durum,
anlaşmazlıkları celbeden esas farklılıklarla birbirlerine bağlı
olan ve bu yüzden birbirleriyle münakaşa eden bir karı kocanın
durumudur. İhtilafların birleşmesi, Jung’un transkendant
fonksiyon dediği fonksiyonla başarılır. Bu fonksiyonun işleyişi,
dengeli, entegre bir şahsiyet teşkili için zıt sistemlerin
sentezinde neticesini verir. Bu entegre şahsiyetin merkezi
selftir.
Şahsiyet sistemleri arasında etkileşmeye bir misal.
Psişede yer alan etkileşmelerin çeşitlerini izah için anima ve
diğer şahsiyet sistemleri arasındaki ilişkileri ele alalım. Jung,
“..erkeğin bütün tabiatı kadını önceden farz eder..onun sistemi
daha baştan kadına göre uydurulur.”, der (Jung, 1945). Erkek

çocuk, kadın arketipiyle mücehhez olarak, içgüdüsel şekilde,
umumiyetle anası ile olan tecrübelerinden ilk kadınına çekilir.
Sıkı bir ilişkinin tesisi için anne vasıtasıyla, sırayla, bakılıp
büyütülür. Fakat, çocuk büyüdükçe bu anneye ait bağlar,
hakikatte çocuk için tehlikeli olmasa bile, engelleyici olur. Bu
yüzden egoda teşkil etmiş olan anne kompleksi şahsi gayrışuura
itilir.
Bu gelişme ile birlikte, egoya anima tarafından
damgalanmış olan kadınsı vasıf ve tutumlar, cemiyetin bir erkek
olarak ondan oynamasını beklediği rol yüzünden itilirler. Diğer
deyişle, doğuştan gelen kadınlık, persona veya diğer
arketiplerden çıkan mukabil kuvvetle itilir.
Bu iki itilme hareketiyle çocuğun ana ve kadına olan
hisleri egodan şahsi gayrışuura sürülür. Bu yüzden erkeğin
kadınları idraki ve onlara olan hisleri ve davranışı, şahsi ve
kolektif gayrı şuurun kuvvetleriyle yönlendirilir.
Ana ve kadın arketipinin (anima) bu değişikliklerinin bir
neticesi olarak egoya empoze edilen görev, anne imajına
benzeyen ve keza animanın ihtiyaçlarını tamamlayan bir kadın
bulmaktır. Bu gayrışuurdaki modellerin her biriyle veya ikisiyle
de farklılık gösteren bir kadın seçerse, şuurlu müsbet hislerinin
gayrışuurlu menfi hislerle bozulacak olması sebebiyle, kişi
sıkıntıya doğru gider. Bu dengesizlik onu zevcesiyle tatminsiz
kılacak ve o hoşnutsuzluğun gerçek sebebinin farkında
olmaksızın, karısının hayallerinden ve kusurlarından dolayı onu
azarlayacaktır. Eğer üstün fonksiyon düzgün şekilde tesirli
oluyorsa, mutlu olabileceği bir eşi seçmek için ona bütün
zıtlaşan itici güçleri birleştirecek ve tesirli olacaktır.

Eğer başarılı olmuşlarsa, hayattaki önemli kararların
hepsi de şuurlu faktörler kadar gayrışuuri faktörleri de
gerektirir. Jung der ki, önemli ölçüde intibaksızlık ve
mutsuzluk, kendisini insan tabiatının önemli vechelerini
reddeden şahsiyetin tek yanlı bir gelişmesine borçludur. Bu
ihmal edilmiş taraflar, şahsiyet bozukluklarına ve irrasyonel
tutuma sebep olur.
Jung için şahsiyet, oldukça karışık bir yapıdır. Sadece
sayılı unsurları olmakla kalmaz –muhtemel arketipler ve
kompleksler- aynı zamanda unsurlar arasındaki muğlak ve
karışık etkileşmelere sahne olur. Başka hiçbir şahsiyet
nazariyecisi böyle zengin ve karmaşık bir şahsiyet yapısı
tasvirini geliştirmemiştir.

Şahsiyetin Dinamikleri
Jung şahsiyet veya psişeyi kısmen kapalı bir enerji
sistemi olarak görür. Enerjinin dış kaynaklardan sisteme ilave
edilmesi yemek yiyerek ve enerjinin sistemden mesela adali iş
yaparak çıkarılması sebebiyle sistemin kapalı olduğunu kabul
eder. Keza sistemdeki enerji dağıtımında değişiklikler sağlamak
için çevresel uyarıcıların rolü muhtemeldir. Bu, mesela, dış
dünyadaki ani bir değişme, dikkat ve idrakimize yön verirken
olur. Dış kaynaklardan doğan tesir ve değişikliklerin şahsiyet
dinamiklerinin mevzuu olması gerçeği şu manaya gelir;
tamamen kapalı bir sistem olsa bile şahsiyet kusursuz bir denge
durumunu başaramaz.
Psişik Enerji. Şahsiyetin işleyişiyle doğan enerjiye psişik
enerji denir (Jung, 1948). Psişik enerji biyolojik bir sistem
şeklinde organizmanın enerjisi olan hayat enerjisinin ifadesidir.

Psişik enerji, bütün hayati enerjilerde olduğu gibi, yani, bedenin
metabolik oluşumlarından meydana gelir. Jung’un hayat enerjisi
için terimi libidodur, fakat bunu psişik enerjiyle karşılıklı
değişebilir şekilde kullanır. Jung psişik enerjinin fizik enerjiyle
olan ilişkisinde müspet bir tavır almaz, fakat şuna inanır ki, ikisi
arasındaki karşılıklı bir hareket şekli, elde tutulabilir bir
hipotezdir.
Psişik enerji nazari bir yapıdır; somut bir öz veya
fenomen değildir. Netice itibarıyle ölçülemez veya duyulamaz.
Psişik enerji somut ifadesini fiili veya potansiyel kuvvetler
şeklinde bulur. Arzu, istek, his, yönelme ve çaba şahsiyette
aktüel kuvvetlere verilecek misallerdir; ve istidatlar, alakalar,
temayüller, sapmalar, ve tutumlar potansiyel kuvvetlerin
örnekleridir.
Psişik Değerler. Şahsiyetin herhangi bir unsurunda
bulunan psişik enerji miktarına o elementin değeri denir. Değer
bir şiddet ölçüsüdür. Hususi bir fikir veya duyguya atfen yüksek
bir değerden bahsederken, şunu kastederiz, fikir veya his
davranışı tahrik ederken veya yön verirken dikkate değer bir
kuvvet kullanır. Hakikatte değer veren bir şahıs onun
araştırılmasına büyük enerji sarf edecektir. İktidara büyük değer
veren ise kuvvet kazanmak için harekete getirilecektir. Aksine
olarak, eğer bir şey önemsiz bir değerde ise, ona ulaşmak için
az enerji sarfı olacaktır.
Bir fikir veya hissin mutlak değeri tayin edilemez, fakat
ancak nispi değeri tayin edilebilir. Her ne kadar ister istemez
kesin değilse de, nispi değerlerin tayininde basit bir yol, şahsa
bireyi diğerinden fazla tercih edip etmediğini sormaktır.
Tercihlerin sırası, değerlerinin nispi güçleri hakkında kaba bir

ölçü olarak alınabilir. Veya bir tecrübi durum, ferdin bir
harekete getirici ile başka durumlarda olduğundan daha sıkı
çalışıp çalışmayacağını görmek için tertip edilebilir. Ne
yaptığını görmek için birini belli bir müddet dikkatle gözleyen
biri, nispi değerlerin tam bir görünüşünü elde eder. Okumaya
oyundan fazla bir zaman ayırıyorsa, o kişi için okumanın kağıt
oyunundan daha değerli olduğu farz edilebilir.
Bir Kompleksin Toplu Gücü. Gerçi şuurlu değerlerin
tayininde faydalı olabilirse de, böyle gözlemler ve testler
gayrışuurlu değerlere fazla ışık tutmaz. Bunlar “bir kompleksin
çekirdek ile ilgili unsurunun toplu gücü”nü değerlendirerek
tayin edilmek zorundadır. Bir kompleksin toplu gücü,
kompleksin çekirdekle ilgili unsuruyla çağrışıma getirilen bir
grup itemden ibarettir. Böylece, eğer kişi kuvvetli bir
vatanperver komplekse sahipse, çekirdek, yani kişinin vatan
sevgisi, onun etrafındaki tecrübelerin burçlarını hasıl edecektir.
Böyle bir burç, bir başkasında milli lider ve kahramanlara doğru
müspet bir his olabilirken, bu kişide milletinin tarihindeki
önemli olaylardan ibaret olabilir. Aşırı vatansever bir şahıs
vatanseverlikle ilgili burçlardan birine yeni bir tecrübesini
sokmak üzere müstait kılınır.
Çekirdekle ilgili bir elementin toplu gücünü
değerlendirmede hangi vasıtalar kullanışlıdır? Jung üç metodu
tartışır. Bunlar (1) analitik dedüksiyonların ilavesiyle vasıtasız
gözlem, (2) karmaşık deliller ve, (3) emosyonel ifadenin şiddeti.
Gözlem ve neticeden hareket eden kişi çekirdekle ilgili
bir elemente ulaşılan çağrışımlar hakkında bir fikre ulaşabilir.
Kuvvetli bir anne kompleksine sahip kişi, annesini veya
annesiyle ilgili herhangi bir şeyi uygun olsun veya olmasın her

konuşmaya getirmeye meyledecektir. Annelerin mühim rol
aldığı hikaye veya filmleri seçecek ve Anneler Gününe ve
annesini anabileceği diğer vesilelere önem verecektir.
Annesinin tercih ve tutumlarını benimseyerek taklide meyl
edecek, ve arkadaşları ve yaşıtlarından uzaklaşarak kendi
yaşındakilerdense, yaşlı kadınları tercih edecektir.
Bir kompleks, kendisini daima aleni olarak bildirmez.
Rüyalarda veya bazı muğlak şekillerde ortaya çıkabilir. Bu
yüzden tecrübenin altında yatan ehemmiyeti keşfetmek için
teferruatlı delil kullanmak lüzumludur. Bu, analitik
dedüksiyonla kastedilendir.
Bir kompleks delili, bir kompleksin varlığını işaret eden
bir davranış bozukluğudur. Bu, mesela, bir adam “hanım”
demeye niyetlendiğinde “anne” derken, bir dil sürçmesi
şeklinde olabilir. Annesininkine veya annesiyle ilgili bir şeye
isminin benzemesi sebebiyle, bir şahıs arkadaşının adını
hatırlayamadığı zamanda olduğu gibi, alışılmamış bir hafıza
blokajı şeklinde olabilir. Keza bu deliller kelime çağrışım
testinde gözükür.
Jung komplekslerin varlığını 1903’te kelime çağrışım
testi ile ilgili tecrübeleriyle keşfetti (Jung, 1918). Artık şahsiyet
değerlendirmesinde oldukça kullanılan bu test, uygulandığı
şahsa bir anda okunan standart bir kelime listesinden ibarettir.
Deneğe aklına gelen ilk kelimeyle cevap vermesi söylenir. Eğer
özel bir kelimeye cevap vermek için alışılmamış şekilde uzun
bir zaman gerekirse, bu, kelimenin bir kompleksle herhangi bir
şekilde ilişkili olduğuna işaret eder. Uyarıcı kelimenin tekrarı
ve hiçbir surette cevap verememe, keza kompleks delilleridir.

Kişinin bir sitüasyona hissi reaksiyonunun şiddeti, bir
kompleksin gücünün başka bir ölçüsüdür. Eğer kalp hızlı atarsa,
nefes alış daha derin olur, ve kan yüzden çekilirse, bunlar
kuvvetli bir kompleksin habercisi olan çok iyi delillerdir.
Kelime çağrışım testi sonuçlarıyla nabız atışı, teneffüs, ve
elektriksel değişiklikler gibi fizyolojik ölçüleri birleştirerek, bir
şahsın komplekslerinin gücünün kesin bir tayinini yapmak
mümkündür.
Eşdeğerlik Prensibi. Jung, görüşünü biri eşdeğerlik
diğeri entropi olmak üzere iki asli prensiple ilgili
psikodinamiklere dayandırır (Jung, 1948b). Eşdeğerlik prensibi
şunu ifade eder. Eğer enerji muayyen bir durumu meydana
getirirken yayılırsa, yayılan miktar sistemin herhangi bir
yerinde
gözükür.
Fizik
öğrencileri
bu
prensibi,
termodinamiklerin ilk kanunu veya Helmholtz tarafından teklif
edildiği üzere, enerjinin sakınımı olarak hatırlayacaklardır. Jung
tarafından psişik fonksiyona tatbik edildiği şekilde, prensip
şunu ifade eder; eğer özel bir değer zayıflar veya gözden
kaybolursa, değerle belirtilen enerji toplamı psişeden
kaybolmayacak, fakat yeni bir değerde yeniden gözükecektir.
Bir değerin düşüşü, kaçınılmaz surette bir başka değerin
yükselişini kasteder. Mesela çocuğun ailesini değerlendirişi
azalırken, diğer insan ve objelere alakası artacaktır. Bir hobiye
merakı kaybolan bir şahıs, umumiyetle bir diğerinin onun yerini
almakta olduğunu fark edecektir. Eğer bir değer itilirse, onun
enerjisi rüyalar veya fanteziler meydana getirmekte
kullanılabilir. Şüphesiz, kaybolan enerjinin bir değerden diğer
muhtelif değerler arasında dağılması mümkündür.

Şahsiyetin fonksiyonunu göz önünde tutarak eşdeğerlik
prensibinin şunu ifade ettiğini söyleyeceğiz. Eğer enerji bir
sistemden uzaklaştırılırsa, mesela ego, diğer bir sistemde
görülecektir, belki de personada. Veya, eğer birçok değer
şahsiyetin gölge tarafına itilirse, bunlar şahsiyetin müspet
tarafının zararına gelişecektir. Bunun gibi, şuurlu egonun ego
kaybına gayrışuurlu enerji artışıyla refakat edilir. Enerji daimi
olarak şahsiyetin bir sisteminden diğerine akar. Bu enerji
dağıtımları şahsiyetin dinamiklerinin karşılığıdır.
Şüphesiz enerji sakınımı prensibi, sıkı bir tarzda sadece
kısmen kapalı olan psişe gibi bir sisteme tatbik edilebilir. Enerji
psişeye ilave edilebilir veya oradan çıkarılabilir, ve ilave edilen
veya çıkarılan oran, muhtemelen, dikkate değer şekilde
farklılaşabilir. Netice itibarıyla, bir değerin düşüş veya artışı,
sadece enerjinin sistemin bir kısmından diğerine transferiyle
olmakla kalmaz, aynı zamanda dış kaynaklardan psişeye enerji
ilavesine bağlıdır veya enerjinin adali iş yapılmasıyla sarfına
dayanır. Yemekten veya istirahatten sonra fiziken olduğu kadar
zihnen de zindelik kazanılır, ve bir iş veya egzersiz devresinden
sonra zihnen ve fiziken de yorgunluk meydana gelir. Jung’un ve
bütün dinamik psikologların büyük alakası, psişe ve
organizmanın dış dünya ile arasında enerji dağıtımı şeklindeki
bu enerji değişiklikleridir.
Entropi
Prensibi.
Entropi
prensibi
veya
termodinamiklerin ikinci kanunu şunu ifade eder; tesir
itibarıyle, farklı sıcaklıkta iki obje birbiriyle irtibat haline
getirildiğinde, daha sıcak olandan soğuğa ısı geçecektir. Bir
başka misal, bir kanalda suyun akışı daima yüksek seviyeden
alçak seviyeye akış istikametinde olur. Entropi prensibinin

işleyişi kuvvetler dengesinde neticesini verir. İki obje aynı
sıcaklığa gelinceye kadar daha sıcak obje daha soğuk olana ısı
kaybeder. Bu noktada, enerji değişmesi durur ve iki objenin
termal dengesi olduğu söylenir.
Şahsiyet dinamiklerini tasvir etmek üzere Jung tarafından
adapte edilen entropi prensibi şunu ifade eder; psişedeki enerji
dağıtımı bir denge veya tevazün arar. Böylece, eğer iki değer
(enerji şiddetleri) eşit güçte değilse, bir dengeye ulaşıncaya
kadar daha kuvvetli değerden daha zayıf değere enerji geçmek
meylinde olacaktır. Fakat psişe kapalı bir sistem olmadığından,
enerji zıt değerlerden ve bozuk tevazünden ilave edilebilir veya
istihraç edilebilir. Her ne kadar şahsiyette kuvvetlerin daimi bir
dengesi hiçbir zaman kurulmazsa da, bu, enerji dağılımının
ulaşmaya çabaladığı ideal bir durumdur. Tamamen gelişmiş
çeşitli sistemlere baştanbaşa düzgün olarak dağıtılan toplam
enerjideki bu ideal durum, selftir. Jung, kendini
gerçekleştirmeyi, psişik gelişmenin hedefi olarak teyit ederken,
diğerleri arasında şahsiyet dinamiklerinin, kuvvetlerin kusursuz
bir tevazününe doğru hareket ettiğini kasteder.
Yüksek bir potansiyel merkezinden düşük bir potansiyel
enerjinin yön kazanmış akışı, şahsiyet sistemleri arasında enerji
dağıtımına hükmeden asli bir prensiptir. Bu prensibin işleyişi şu
manaya gelir; zayıf bir sistem kuvvetli bir sistemin zararına
statülerini geliştirmeye çalışır, ve böyle yaparken de şahsiyette
gerilim yaratır. Mesela, eğer şuurlu ego gayrışuura göre
nispeten aşırı değer kazanırsa, şuurlu sistemden gayrışuurluya
hareket etmek üzere enerji tarafından yapılan teşebbüsle
şahsiyette büyük bir gerilim hasıl olacaktır. Bunun gibi,
ekstraversiyon veya introversiyon olsun, üstün tutum enerjisi

düşük tutum istikametinde harekete meyl eder. Aşırı gelişmiş
bir dışadönük, tabiatının içedönük kısmını geliştirmek üzere
baskı altındadır. Şurası Jungçu psikolojide genel bir kuraldır ki,
tek taraflı bir şahsiyet gelişmesi çatışma, gerilim, ve zorlama
yaratır, ve şahsiyetin bütün unsurlarının tam bir gelişmesi
ahenk, rahatlık, ve hoşnutluk sağlar.
Fakat Jung’un işaret ettiği gibi, kusursuz bir denge
durumu, enerji istihsalinin, bir sistemin çeşitli unsurları arasında
potansiyelde farklılıklar gerektirmesi sebebiyle, ortaya çıkan
enerjisizlik şeklinde olacaktır. Bir sistem, bütün kısımları tam
denge halinde veya denildiği gibi, kusursuz entropi halinde
olduğu zaman, hedefin arkasından koşup yakalar veya durur. Bu
yüzden, yaşayan bir organizma için mükemmel bir entropiye
ulaşmak imkansızdır.
Enerjinin Kullanılması. Şahsiyet için kullanılabilir olan
psişik enerji iki genel maksada hizmet eder; hayatın idamesi ve
türlerin çoğalması. Bunlar açlık ve cinsiyet konusunda misal
verilebileceği gibi doğuştan instinktif fonksiyonlardır. Tabii
biyolojik kanunlara göre hareket ederler. İnstinktler tarafından
ihtiyaç duyulanın fazlası enerji, kültürel ve spiritüel
hareketlerde kullanılabilir. Jung’a göre bu hareketler hayatın
daha gelişmiş maksatlarına karşılıktır. Şahıs biyolojik
ihtiyaçlarını tatmin ederken daha ehliyetli hale geldikçe,
kültürel alakaların peşinde daha fazla enerji kullanılabilir hale
gelir. Ayrıca, büyüyen beden enerjiye daha fazla talep
gösterirken, psişik hareketler için daha çok enerji işe yarar hale
gelir.

Şahsiyetin Gelişmesi
Jung’un şahsiyet teorisinin en göze çarpan özelliği,
arketiplerle kolektif gayrışuur kavramı dışında, şahsiyet
gelişmesinin geleceğe dair karakterine önemle yer verişidir.
Jung insanın daha az mükemmel bir gelişim safhasından daha
mükemmele doğru daima ilerlemekte ve teşebbüste
bulunduğuna inanır. Keza bir tür olarak insanın varlığının daha
farklılaşmış şekillerini daima

Dokumen yang terkait

Keanekaragaman Makrofauna Tanah Daerah Pertanian Apel Semi Organik dan Pertanian Apel Non Organik Kecamatan Bumiaji Kota Batu sebagai Bahan Ajar Biologi SMA

26 317 36

FREKUENSI KEMUNCULAN TOKOH KARAKTER ANTAGONIS DAN PROTAGONIS PADA SINETRON (Analisis Isi Pada Sinetron Munajah Cinta di RCTI dan Sinetron Cinta Fitri di SCTV)

27 310 2

PENILAIAN MASYARAKAT TENTANG FILM LASKAR PELANGI Studi Pada Penonton Film Laskar Pelangi Di Studio 21 Malang Town Squere

17 165 2

ANALISIS SISTEM PENGENDALIAN INTERN DALAM PROSES PEMBERIAN KREDIT USAHA RAKYAT (KUR) (StudiKasusPada PT. Bank Rakyat Indonesia Unit Oro-Oro Dowo Malang)

160 705 25

Analisis Sistem Pengendalian Mutu dan Perencanaan Penugasan Audit pada Kantor Akuntan Publik. (Suatu Studi Kasus pada Kantor Akuntan Publik Jamaludin, Aria, Sukimto dan Rekan)

136 695 18

DOMESTIFIKASI PEREMPUAN DALAM IKLAN Studi Semiotika pada Iklan "Mama Suka", "Mama Lemon", dan "BuKrim"

133 700 21

Representasi Nasionalisme Melalui Karya Fotografi (Analisis Semiotik pada Buku "Ketika Indonesia Dipertanyakan")

53 338 50

KONSTRUKSI MEDIA TENTANG KETERLIBATAN POLITISI PARTAI DEMOKRAT ANAS URBANINGRUM PADA KASUS KORUPSI PROYEK PEMBANGUNAN KOMPLEK OLAHRAGA DI BUKIT HAMBALANG (Analisis Wacana Koran Harian Pagi Surya edisi 9-12, 16, 18 dan 23 Februari 2013 )

64 565 20

PENERAPAN MEDIA LITERASI DI KALANGAN JURNALIS KAMPUS (Studi pada Jurnalis Unit Aktivitas Pers Kampus Mahasiswa (UKPM) Kavling 10, Koran Bestari, dan Unit Kegitan Pers Mahasiswa (UKPM) Civitas)

105 442 24

Analisis Penyerapan Tenaga Kerja Pada Industri Kerajinan Tangan Di Desa Tutul Kecamatan Balung Kabupaten Jember.

7 76 65