KOLEKTIF dengan hubungan gaya EYLEM

KOLEKTİF EYLEM

Çağla Çelik
Çağrı Çağıl
Hafize Hacıoğlu
Halil Çetinkaya
Hatice Büşra Nebi
Hazal Güvendiren
Fatma Nur Koç
Melike Ak
Merve Nazlı
Nergiz Gülayinci
Okan Kocayılmaz
Sanem Kurutepe
Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir

Yazar Notu
Makalenin yazarları, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Psikoloji
Bölümü dördüncü sınıf öğrencileridir. Katkılarından dolayı Ürün Perçin Boyacıoğlu’na
teşekkür ederiz.
KOLEKTİF EYLEM

Her insanın toplum içerisinde belli hakları, kendine ait fikirleri ve bu fikirleri sunabileceği
alanları ve beklentileri vardır. Fikirlerini ifade edemediğinde, hakları kısıtlandığında veya
beklentileri karşılanmadığında her birey, grup ya da toplum bunları geri kazanmak için
harekete geçme ihtiyacı duyar. Bireyler bu harekete geçmeyi bireysel olarak yapabilecekleri
gibi belli bir amaç ve hedef doğrultusunda bir fikir altında başkalarıyla toplanarak da
yapabilirler. Bu durumda kolektif eylem, aynı menfaatler doğrultusunda bireylerin iş birliği
e-posta: nessanrgz@hotmail.com

KOLEKTİF EYLEM
1

içerisinde hareket etmesi olarak tanımlanabilir. Örneğin; eski zamanlardan beri var olan
kolektif eylem sanayi devrimiyle birlikte daha önce hiç karşılaşılmayan bir sınıfın mücadelesi
olarak görülmüştür. Sermaye sahiplerinin ücretlendirdiği işçi sınıfı, iş ortamında yaşadığı
sıkıntılardan dolayı zamanla yeni taleplerde bulunma ihtiyacı duymuştur. Çalışma saatlerinin
uzunluğu, barınmayla ilgili problemleri, fazla iş gücü gerektiren görevler gibi sıkıntıları
giderilmeyen ve ihtiyaçları karşılanmayan işçiler aynı amaç doğrultusunda, sermaye
sahiplerine karşı birleşerek haklarını aramaya çalışmışlardır. Maslow’ un ihtiyaçları
hiyerarşisine göre bu idealler, amaçlar ve haklar farklılık gösterse de bunların dışavurumu
zamandan zamana, toplumdan topluma, uygarlıktan uygarlığa çokta farklılık göstermediği

görülmektedir. Örneğin; 1789 Fransız Devrimi ile 31 Mayıs 2013’ te Taksim Meydanı’ nda
gerçekleşen Gezi Parkı olayları görünürde farklı zamanlarda ve farklı nedenlerden dolayı
gerçekleşmiş olsa da aslında temelinde benzer amaçlar barındıran kolektif eylemlerdir. 1789
Fransız Devrimi mutlak monarşiye karşı yapılan bir eylemken, Gezi Parkı eylemi ağaçların
kesilmesine karşı yapılan bir eylemdir. İnsanın temel hakları, eşitlik, özgürlük ve adalet
olguları kim tarafından olursa olsun -ister devlet, ister patron, ister siyasi lider- sarsıldığı anda
insanın beklenmedik tepkiler vermesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu tepkiler organize edilmiş
bir süreci kapsamak zorunda değildir. Toplumun, devletin ya da muhalif grupların istenmeyen
bireyler (mülteciler, azınlıklar, yoksullar, engelliler) üzerine kara bir bulut gibi çöktüğü anda,
o istenmeyen grubu temsil eden herhangi bir kişinin toplumsal adalet, hak ve özgürlüklerini
tekrardan kazanmaya çalışması çok geniş bir kitleyi etkileyebilir ve değiştirebilir. Dolayısıyla
kolektif eylemi bir grup ya da bir sendika başlatmak zorunda değildir. İnsanların içlerinde
bastırdıkları duyguların -daha doğrusu otoriter rejim ya da baskın grup tarafından bastırılan
duygu ve düşüncelerin- herhangi biri tarafından o tabuların kırılması bir anda binlerce hatta
milyonlarca insanı eyleme geçirmek için yetebilir. Örneğin; 31 Mayıs 2013’te Gezi parkı
yerine hükümetin AVM yapma projesini sunması ve parkta çalışmalara başlaması sonucu
ağaçların kesilmesini istemeyen bir topluluk Gezi Parkında çadır kurarak ufak çaplı bir
eyleme başladı. Bu eylem başta birkaç ağaç için başlamış olsa da daha sonrasında liderlerin
tavrına, ülkede yaşanan diğer olayların birikimine ve mevcut siyasal rejimin politikalarına
karşı, farklı siyasi görüşteki insanların bile aynı fikir altında bir araya gelerek oluşturdukları

büyük bir kitlenin eylemi haline dönüşmüştür.
Kitlelerin davranışlarını, eylemlerini, düşüncelerini ve duygularını anlayabilmek için
grup psikolojisini, gruplar arası ilişkilerin dinamiğini ve çatışmalarını, grup normlarının nasıl
oluştuğunu, otorite ve boyun eğme davranışını, tutumların hangi alt süreçlerle nasıl

KOLEKTİF EYLEM
2

değiştiğini, toplumsal uyum süreçleri, azınlıkların etkisi, liderlik ve özelliklerini, bilişsel
çarpıtmaları gibi daha birçok süreci ele almak gerekir.
Kolektif eylem var olan kültürel kodların, normların, kuralların ve örüntülerin bir
ürünü olabileceği gibi; bu norm ve kodların radikal olarak değiştirilebileceği potansiyel gücü
içinde barındırır. Başka bir deyişle, bu faktörler kolektif eylemin katalizörleriyken, eylemin
kendisi içinde kodların, normların, kuralların, gelenek ve göreneklerin olduğu sosyal
kimlikleri değiştirmesi de muhtemeldir (Drury ve Reicher, 2000). Kuvayi Milliye’nin
kurulması, var olan sosyal kimliklerin( milli birlik ve beraberlik duygusu, bağımsızlık ve
özerklik duygusu) korunması amacıyla açığa çıkan kolektif bir eylemken; Fransız Devrimi var
olan sınıf eşitsizliğini radikal olarak değiştirme isteğinin dışavurumudur.
Kolektif eylem, azınlıkların, hak mağdurlarının, özgürlük yoksullarının çıkış noktası
olması açısından ve otoriter ya da baskın grupların ve siyasal rejimlerin kan kaybetmesi

yönüyle iki yönlü karşılıklı bir süreci içinde barındırır.

Diğer yandan, kolektif eylemin

sebepleri, ne zaman ve nasıl gerçekleştiklerinin kuramsal olarak anlaşılması bu karmaşık ve
iki yönlü süreci anlamlandırma ve analiz etme açısından önemlidir. Bu yüzden sosyal bilimler
alanı, kolektif eylemi uzun zamandır ele almaktadır (van Zomeren ve Iyer, 2009). Galibin
belli olmadığı bu savaşta azınlıklar ya yeni bir düzen, rejim veya sistem kurabilir ya da ağır
bedeller ödeyebilir. Buna örnek olarak; 80 Darbesinde azınlık bir durumda olan askerlerin
hükümete karşı, bir komutanın önderliğinde var olan düzeni değiştirmek için ayaklanması ve
yönetimi ele geçirmesiyle amaçlarına ulaşarak yeni bir rejim ve düzen oluştururken, 15
Temmuz darbe girişiminde azınlık konumunda bulunan askerler bastırılmış ve darbe
engellenmiştir. Bunun sonuncunda azınlık grup ağır bedeller ödemek durumunda kalmıştır.

KOLEKTİF EYLEM
3

Kolektif eylemin sadece var olan düzenin değiştirilme çabası(isyan, ayaklanma) ya da
azınlıkların, güçsüzlerin kurtarıcısı olarak görmek kolektif eylem kavramını fakirleştirecektir.
Kolektif eylem sadece azınlıkların haklarını savunmak için başvurdukları bir süreç değildir,

aynı zamanda otoriter ya da baskın gurubun var olan normları, kuralları, tutumları koruma,
devam ettirme ve istikrarı sağlama çabasıdır da. Örneğin, iktidar partisi AKP’ nin var olan
düzeni korumak için mitingler yapması, medyayı kullanması, film çekmesi (Reis filmi, Kod
adı: K.O.Z filmi) kolektif eylemin birer parçasıdır. Azınlık grup ya da otoriter grup tarafından
gerçekleştirilen kolektif eylemin “iyi” veya “kötü” olarak değerlendirilmesi, değerlendirmeyi
yapan mercinin (kişi, grup, topluluk) tutumuyla, düşüncesi ve bakış açısıyla ilgili olabileceği
gibi tüm bunlardan bağımsız olarak bağlamsal koşullara ve çevreye göre de değişiklik
gösterebilir. Muhalif partiler ve liderleri,

her ne kadar AKP’ ye ve mevcut politik

stratejilerine katılmasa da “15 Temmuz Darbe Girişimi” için “Yeni Kapı Mitingine”
katılmıştır. Çünkü o gece yaşanan bilançonun ağır ve kanlı olması ve bu gecenin planlanmış
bir “senaryo” olduğuna inanılsa da milli birlik ve beraberlik ruhu için “Yeni Kapı Mitinginde”
bir araya gelinmiştir.
Kolektif eylem, araştırmalarda üç farklı boyutta ele alınmaktadır: makro düzey, mezo
düzey ve mikro düzey. Makro düzey, kolektif eylemleri kolaylaştıran ya da engelleyen politik
güçleri, kurumları ve stratejilerini ele alır. Mezo düzeyde, toplumdaki grup üyelerini etkileyen
dinamik süreçleri; mikro düzeyde ise, grup üyelerinin olumsuz durumlar, koşullar ve
değişkenler karşısındaki tutumlarını, psikolojik durumlarını ve yanıtlarını içerir. (van

Zomeren ve Iyer, 2009) Halka halka genişleyen bu üç yapıda siyasal değişiklilerin, hedeflerin
bireydeki psikolojik, sosyolojik ve politik izdüşümünü anlamak mümkündür. Çünkü bu üç
yapı birbiriyle yakından ilişkili, etkileşimli ve dinamik bir süreçtir. Bu senaryonun tersi de
elbette mümkündür: bireyin psikolojik ya da sosyolojik tepkisinin mevcut siyasal rejimi
sarsması, yara vermesi.
Kitlelerin Psikolojisi
Le

Bon,

“Kitlelerin

Psikolojisi”(1897)

isimli

kitabıyla,

çağımızdaki


insan

düşüncelerinin, ideallerinin, hedeflerinin kırılganlığına vurgu yapmaktadır. Bu kırılganlığı
birbiriyle devamlı olarak çatışan karşıt iki yapıyla açıklamaktadır. Uygarlığımızın tüm
öğelerinin, dinamiklerinin, normlarının toplumsal, dini ve politik köklerinin bilim ve tekniğin
ilerlemesi ve gelişmesiyle kurulduğunu; yepyeni bir yaşam tarzı, standart ve düşüncesini
meydana getirdiğini vurgular. Eski ve yeni yapının çarpışmasında insanların kalabalıkların
psikolojik etkisiyle ve baskısıyla eski inançlarının ve toplumsal yapılarının direkleri

KOLEKTİF EYLEM
4

sarsılmasına rağmen yeniliklerin baskısına, değişimine karşı kalabalıkların nüfusunu bir güç,
bir kalkan olarak kullanmaktadır. O yüzden içine girdiğimiz çağ yenilikleri, değişimleri,
reformları içerse de “Kitlelerin Çağı” olma özelliğini yitirmemiştir. Kitlelerin ruhsal iklimini
keşfeden psikologlar, şüphesiz kitleleri yöneten liderlerdir. Onların sermayeleri kitlelerin
ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Örneğin, Hitlerin kitleleri ırksal bir zemine oturtarak eski Roma
Germen İmparatorluğu’nun kurulması vaadini vermesi gibi.
Le Bon’a göre, kitle kelimesini birbiriyle ilişkisi olmayan ancak ortak bir düşünce
etrafında birleşen bireylerin oluşturduğu topluluk için kullanır. Bu topluluğun bireyleri kendi

bireyselliklerini kaybeder ve kitleyi var eden ortak bir düşünceyle hareket ederler. Le Bon
bunu ‘’bilinçsiz zihin’’ olarak adlandırmıştır. Kitle içerisinde bireylerin kendine özgü fikirleri
ve kişilikleri yok olur ve “biricik” bireylik bilinci ırksal bir bilinçaltına dönüşür. Peki neden
ırksal bilinç diğerlerine göre ön plana çıkmaktadır? Tarihsel gelişimin evrimine baktığımızda
imparatorlukların, çok uluslu devlet yapılarının ve ümmetçilik anlayışının yerini ulus
devletlerin aldığını görmekteyiz. Dilin, kültürün, bayrağın, milli bilinç ve iradenin ırksal bir
düzlem üzerinden yeniden inşa edilmesi belki de insanların benzerleriyle yaşamasındaki
güven, huzur duygusundan kaynaklanmaktadır ya da farklılıklara karşı geliştirilen önyargının
oluşturduğu tehdidi, korkuyu azaltmak için girişimleri kapsamaktadır. Bireylerin bilinçli
kişiliklerinin kitleler ya da baskın gruplar tarafından bastırılması, liderlerin bu “bilinçsiz
zihinleri” kolayca yönetmesine olanak sağlar. Liderlerin verdiği mesajın içeriğinden çok
fikirlerini onaylatacak şekilde aktarması önemlidir. Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan’ın
hükümette başa geldiği ilk dönemlerde başkanlık sisteminin sadece halk isterse geleceğini
söylemesi normalde çoğu bireyin aklında böyle bir fikir yokken lider tarafından sürekli dile
getirilmesi ve aktarım şekli bu fikrin insanlara kolay bir biçimde empoze edilmesini
sağlamıştır. Böylece günümüzde başkanlık sistemini onaylayan büyük bir kitle oluşmuştur.
Le Bon’un kuramı, önceki kuramlarla benzer olarak, kitlelerin mevcut düzen ve sistem
için tehdit olabileceğini vurgulasa da kitlelerin liderlerin çıkarları, hesapları ve hedefleri
doğrultusunda manipüle edilmesi, yönlendirilmesi ve şekillendirilmesi açısından özgün bir
nitelik taşır.

Le Bon’ un atladığı temel nokta, kolektif eylemin bağlamsal ve çevresel faktörlerden
bağımsız olarak değerlendirmesi olmuştur. Toplumsal eylemleri, grup içinde gerçekleşen bir
süreç olarak görmüştür ve gruplar arası süreçlere, yapılara ve dinamiklere ve dış grupların
baskısına ve otoritenin varlığına değinmemiştir. Bu yaklaşımıyla Le Bon, kitlesel hareketleri,
dış etkenlerin etkileşiminden izole şekilde kendi içinde gelişen patolojikleşen bir süreç olarak
ele almaktadır.( Reicher, 1996; Reicher ve Potter, 1985)

KOLEKTİF EYLEM
5

Tarihsel sürece bakıldığında genel olarak hak mağduru olan güçsüzlerin kolektif
eylem yapmaya yöneldiği görülür. Otorite sahibi güçlü kesim istediğini kolayca elde
edebildiği ve hakları ihlal edilmediği için böyle bir eylem girişimine ihtiyaç duymaz. Fakat
yıpranan azınlık grubu ve kalabalığı seslerini duyurmak için bir araya gelmek zorunluluğu
hissederler. Güçsüz pozisyonunu güçlüye çevirme ve hedeflenen toplumsal, politik ve
ekonomik reformlar ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.
Kolektif Eylem ve Beleşçilik Sorunu
Zaman zaman eylem olarak görülen şeyler aslında oluşumlarında duygusal ve
içgüdüseldir. Kolektif eylemin beleşçilik problemi grup üyelerinden bir bölümünün ortaklaşa
eyleme katılmaları gerekirken bireysel çıkarlarının ortak çıkar ile çatışması nedeniyle

ortaklaşa eyleme katılmadıkları yerde doğar. Olson yayınladığı ‘’The Logic Of Collective
Action’’ kitabında tam da bu çatışmadan bahsederek, bireylerin akılcı olduğunu ve birey –
grup arasında çıkan bir çatışma sonucu bireylerin kendi çıkarları yönünde gideceğini
savunmuştur. Başka bir ifadeyle, “bireyler her zaman grubun menfaatleri için hareket etmez”
tezini ileri sürmektedir. Le Bon’ un kitlelerin kalabalığında gizlenen ve kaybolan bireysel
farklılıkları M. Olson aydınlatmış ve kişilerin bilinçsiz koyun sürüleri gibi olmadığını,
gerektiğinde bilinçli olarak kendi çıkarları için gurubun normlarına, kurallarına ve hedeflerine
karşı gelebileceğini ve uymayacağını açıklamaktadır. Gruplar büyüyüp farklılaştıkça
normların, kuralların, olası ayrıcalıkların esnekliği daha da artar ve kişilerin kendi “akılcı”
çıkarlarıyla hareket edeceği zemin genişler sonuç olarak grubun denetim mekanizması bunu
kontrol etmeye yetmeyebilir. Gruptan farklı akılcı seslerin yükselmeye başlamasıyla
normların, kuralların, hedeflerin, rollerin ve görevlerin tekrar yapılanması süreci başlamış
olur. Bu süreç birçok zorlu beyin fırtınasını, toplantılarını, bildirgeleri, tartışmaları ve tezantitez çarpışmalarını içerir. Bu grubun menfaati, idealleri ve hedefleri için bir süreç
olabileceği gibi gurubun parçalanmasına ve başka bir grup kurulmasına giden bir süreci de
doğurabilir. Hiçbir katkı, emek ve çaba sarf etmeden kişilerin gruptan bir şeyler beklemesi
grup içindeki adaletsizliği, çıkar ilişkilerini, “bireysel akılcılığı” tırmandıracağı gibi grubun
ürünlerinin (protesto, dergi çıkarma, gazete çıkarma, röportaj yapma) verimliliğini ketler.
Olson grup üyelerini beleşçiliğe iten sebebi iki temel faktörde toplamaktadır: “beleşçiliğin
çekiciliği” ve “etkisizlik korkusu”. (Willer, 2009)
Bireylerin, grupların ve hatta toplumların daha aktif, üretken ve elini taşın altına

koyabilen bir özelliğe bürünebilmesi için bir takım teşvikler, özendiriciler ya da cezalar ve
yaptırımlar uygulanmaktadır. Örneğin, öğrencilerin sınav sonuçlarıyla ilgili öğretmenlerini
protesto etmesi (ders gününde hiçbir öğrencinin derse gelmemesi) ve protestonun başarılı

KOLEKTİF EYLEM
6

olmaması sonucunda öğrencilerin bireysel ve kişisel çıkarlarını tehlikeye düşüren bir durumu
doğurabilir. Protesto başarılı olmazsa öğrencilerin öğretmenleriyle arası bozulabilir ya da
öğrenciler okuldan atılabilir. Fakat öğrencilerden biri protestoya katılmasa bile eğer protesto
başarılı olursa kendisi de kazanılan haklardan faydalanabilecektir. Böyle bir durumda öğrenci
risk almak istemez ve “akılcı” bir strateji ile protestoya katılmaz. Çünkü kendi çıkarlarını ve
öğretmeniyle arasının bozulacağından korkar ve dolayısıyla kolektif eylem istenilen niteliğe
ulaşmaz ve başarısızlıkla sonuçlanır. Fakat bu senaryo her zaman böyle gelişmeyebilir.
Aksine, bir grup öğrenci çoğunluğun katılmamasıyla daha fazla organize olabilir ve gruptaki
her öğrenci daha fazla sorumluluk alarak “kuru kalabalık” olarak -Le Bon’ un tarifiyle
bilinçsiz ve tekleşmiş kolektif topluluk ya da zihin- yapılacak protestodan daha nitelikli bir iş
ortaya çıkarıp hedefleri doğrultusunda başarıya ulaşabilir. Bu öğrenci örneği aynı şekilde
işçilerin patronlarına ya da fabrikanın sert ve katı kurallarına eylem yapmayı, grev yapmayı,
işe gelmeyip protesto etmeyi de içerebilir. Bu küçük öğrenci ve işçi senaryosu kendini tarihsel
platformlarda da göstermektedir: Azınlıkların sayılarının az olmasından kaynaklı olarak
birbirlerine daha bağlı, daha duyarlı, daha yardımsever, daha organize ve daha fazla
sorumluluk almaları örnek verilebilir. Grubun az olması her zaman kolektif eylem için
dezavantaj oluşturmaz ve beleşçilerin oluşma potansiyelini en aza indirgeyebilir. Meslek,
çevre, yapılan iş ve uğraş değişse de başta belirtildiği gibi insanların kendi haklarını savunma
biçimleri çok fazla değişmemektedir: protesto yapmak, grev yapmak, eylem yapmak, direniş
göstermek, medya ile seslerini duyurmak gibi.
Biçim ve Türler
Olson’ un kolektif eylem kuramı, kolektif eylemi daha çok nesnel statü değişkenleriyle
açıklamıştır. Olson bireyi adeta bir uzman ekonomist pozisyonuna koyarak kendi statüsünü,
rollerini, gücünü arttıracak kolektif eylemlere ya da gruplara girerken rasyonalist bir şekilde
kendi bireysel yararını ve zararını düşünerek hareket ettiğini vurgular. Bununla bireyin ya da
gurubun nesnel olarak toplumdaki statüsünü koruma, oluşturma ya da ilerletme üzerine
objektif ve yapılandırılmış bir perspektif çizmektedir. Ancak bu yaklaşım bireyin öznel algı ve
duygularını yok saymıştır. Olson ve onu takip eden kuramcılar bireyi, grubu, gurubun oluşma
süreçlerini ve grup içi dinamiklerin seyrini öznel perspektiften uzak bir şekilde mekanik bir
düzleme oturtarak çalışmayı amaçlamıştır.
Sosyal psikolojik yaklaşım öznel algı ve duyguların etkisini kabul etmeye başlamış ve
“Benzer durumdaki insanlar neden farklı tepkiler veriyor?” sorusuna cevap aramaya
çalışmışlardır. Bireysel farklılıkların, kişiliklerin, karakterlerin, algıların, dünya görüşünün,
kendini gerçekleştirme hedeflerinin farklılaştığı ve çeşitlendiği günümüz dünyasında mekanik

KOLEKTİF EYLEM
7

bir gözlükle olaylara, durumlara, gruplara, kolektif eylemlere bakmak yetersiz ve eksik
olacaktır. O yüzden sosyal bilimlere düşen görevin payı artmaktadır. Bundan dolayı kolektif
eylemi çevresel ve dış etkilerden uzak olarak incelemek yerine ya da sadece bireyin gözünden
bakmak yerine, kişi ile grup arasındaki etkileşimin niteliğine, kaynağına, dinamiklerine,
seyrine ve sonuçlarına odaklanan yaklaşımlar günümüzde daha fazla önem kazanmaktadır.
Kolektif eylem modellerine genel bir sınıflandırma yapan Wright ve arkadaşları
bireysel eylem ve kolektif eylemin açık bir şekilde ayrıldığını ve birbirlerinden farklı şeyler
olduğunu belirtmektedir. Kolektif eylemin sosyal psikoloji alanında yaygın olarak kabul gören
tanımı “ Bir grup üyesi, grubun temsilcisi olarak ve tüm grubun koşullarını iyileştirmek
doğrultusunda hareket ettiğinde kolektif eylemde bulunmuş olur.” (Wright, Taylor ve
Moghaddam, 1990, S. 995) Bu tanıma göre kolektif eylem, kişilerarası ilişkileri değil, gruplar
arası ilişkilerle ilgili bir durumdur. Kolektif eylem ile bireysel eylem arasında ki temel fark;
bireyin gerektiği zaman kendi menfaatlerini yok sayarak grup adına hareket etmesidir. Olson’
un “akılcı birey” ile bu durum oldukça ters düşse de -çünkü grup için katıldığı kolektif eylem
şahsi çıkarlarına, hedeflerine ve menfaatlerine ters gelebilir-, Çünkü birey Olson’ a göre akılcı
bir strateji ile kendi çıkarları ile gurubun çıkarları arasında bir denge ve bir hesap
arayışındadır.
Olson, kuramının merkezine kitlelerin sesini değil bireyin kendi öznel algısını,
akılcılığını, grubun çıkarlarından ziyade kişinin kendi şahsi çıkarlarını koyar. Örneğin; Tuğrul
Türkeş MHP’ den AKP’ ye geçmesinde kitlelerin sesinden ziyade kendi şahsi çıkarlarını,
doğrularını, değerlerini ve akılcılığını kullanmıştır. Çünkü MHP kendisini partiden ihraç
etmiştir ve o da MHP’ de kalma mücadelesi vermek yerine bireysel akılcılığını ve stratejilerini
kullanarak AKP’ ye yanaşmıştır. Bu durum Olson’ un kuramıyla açıklanabilir çünkü ortada
Tuğrul Türkeş ile MHP’ nin akılcılığının çatışması sonucu olan bir ayrılık ve sonrasında
Tuğrul Türkeş’ in kendi çıkarları ve hesapları doğrultusunda AKP’ ye girmesi söz konusudur.
Kolektif eylem içinde barındırdığı “kolektif” kavramıyla her zaman grup olarak
yapılan eylemleri ve davranışları (protesto, direniş, grev, gösteri ya da yürüyüş) içermez.
Gurubu temsil eden sadece bir grup üyesi ile bireysel(oy verme, gazete ve ya dergi çıkarma,
imza kampanyası başlatma) olarak da kolektif eylem gerçekleştirilebilir. Kolektif eylem
kapsamında katılımcı sayısı belirleyici bir faktör olmayabilir: Temsilci grup üyesi tek başına
tüm grup adına eylem yapabilir ama aynı zamanda grup üyeleri bireysel motivasyonları ve
güdüleri için de eylemde bulunabilir. (Brady, 1994; Klandermans, 1997). Örneğin, Gezi Parkı
eylemleri ardından pazar günü Taksim'e çıkışların engellenmesini protesto eden Erdem
Gündüz (duran adam eylemi) isimli bir kişi, akşam saatlerinden itibaren Taksim Metro

KOLEKTİF EYLEM
8

çıkışında hareket etmeden ve konuşmadan beklemişti. Fakat eylemcilerin çoğalması üzerine
polis, harekete geçmişti. Görüldüğü gibi Erdem Gündüz tüm gezi parkında polise ve aşırı güç
kullanılmasına, hükümete ve politikalarına olan tüm tepkileri tek başına temsil ederek farklı
ve ilgi çekici bir şekilde bir eylemle gerçekleştirmiştir. Nitekim, Gezi Parkı’nın ruhu tekrar
canlanarak birçok kişi Erdem Gündüz’ e de katılmıştır. Hükümetin politikalarına ve
tutumlarına karşı çıkmak için birçok farklı gurubun( LGBT, aktivistler, gazeteciler, oyuncular,
azınlıklar, işçiler) içerisinde yer alan herhangi bir gurubun haklarının hükümet tarafından
savunulmasıyla o grup Gezi direnişinden çekilseydi bu grup kolektif eylemde bulunuyor
olmazdı. Çünkü orada eylem yapan, emek harcayan, yemek dağıtan ya da revirde gönüllü
olarak çalışan farklı gruptaki üyelerin çıkarlarını değil, sadece kendi grubunun çıkarlarını
gözettiğinden Gezi Parkı eylemine gerçekçi olarak katılmış olmazdı. Aynı durumu grup değil
de, birey bazından düşündüğümüzde kişi kendi çıkarı ya da hakkı için Gezi eylemini terk
ediyorsa oradaki gruba ya da gruplara aidiyet, bağlılık ya da sempati hissetmediğinden o
gurubun ya da grupların içerisine dahil olmaz ve dolayısıyla grupların gerçekleştirdiği kolektif
eyleme (“Gezi Parkı Direnişine”) katkı sağlamaz, daha çok kendi çıkarlarını gözettiği ve
istekleri hallolduğunda ortadan çekildiği bir bireysel eylem gerçekleştirmiş olur. Örneğin,
Tüketiciler Derneği (TÜDER) Genel Başkanı Levent Küçük, kredi kartıyla yapılan fatura
ödemelerinden hesap işletim ücreti alınması konusunda Danıştay’ın verdiği durdurma
kararına rağmen bankaların bu ücretleri hala almaya devam etmesinin hukuksuzluk olduğunu
vurgulamıştır

(20.12.2016

tarihinde

http://www.milliyet.com.tr/-bankalar-hesap-isletim-

ucreti/ekonomi/detay/2210848/default.htm alınmıştır.). Örnekte görüldüğü gibi vatandaşların
bankalara haksız yere ödeme yapması yoğun bir adaletsizlik duygusu uyandırmaktadır. Bu
haksızlığı ve adaletsizliği gidermek için tüketiciler dilekçe vererek ödedikleri ücretleri geri
alabilmektedirler. Fakat burada her birey bireysel olarak dilekçe yazma eylemi olduğundan
kolektif bir eylemden çok bireysel bir eylem söz konusudur ama bireyler organize olup bunu
protesto etseler, yürüyüş yapsalar, gazetede ortak bir bildiri ile seslerini duyursalar ya da ortak
olarak imza kampanyası başlatsalardı bu durumda kolektif eylemden söz edilebilirdi. Çünkü
bu çeşitli kolektif eylemler sürecinde grup üyelerinin( banka müşterilerinin) bir araya gelerek
iletişim kurması, etkileşim içerisinde olup beraber düşünerek grubun faydası ve çıkarı
doğrultusunda ortak hareket etmesi söz konusudur. Burada temel olarak belirleyici unsur,
bireyin kendi durumunu, koşullarını ve çıkarlarını mı düşündüğü yoksa gurubun ortak olan
durumunu, koşullarını ve olası risklerini iyileştirmek amacıyla yapılıp yapılmadığıdır. Elbette
kişiler grup olarak gerçekleştirileceği bu kolektif eylemin (imza başlatma, protesto etme gibi)
sonuçlarına olan güvenleri, inançları ve grup üyeleri arasındaki etkileşimin, iletişimin, rollerin

KOLEKTİF EYLEM
9

ve görevlerin niteliğine göre kişiler, kolektif eylem yerine gruptan bağımsız olarak bireysel
olarak da hareket edebilirler. Bu durum gerçekleşen adaletsizliğin yapısına, durumun
koşullarına, kolektif eylem sonucunun başarısız olma ihtimaline ve itiraz edilecek merciye
( özel ya da kamusal kurum) göre farklılık gösterir.
Grup adına gelişen kolektif eylemler toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, sınıf gibi
temelde mağdur olan, eşitsizlik ve haksızlığa karşı oluşabilir. Dezavantajlı grupların, bu
haksızlıklara karşı verecekleri tepkiler çeşitli şekillerde olabilir. Wright, Taylor ve
Moghaddam’ a göre bu tepkiler üç kategoriye göre ayrılır;
1) Eylem yada Eylemsizlik Durumu: Grupların bu dezavantajlı durumları içselleştirmesi,
kabullenmesi ve koşullarını düzeltmek için bireysel yada kolektif olarak hiçbir eylemde
bulunmamaları eylemsizlik olarak adlandırılır. Bazen yerinde durup bir şey yapmamak,
fazlasıyla dikkat çekici eylemlerden bulunmaktan daha etkili olabilir, toplumun ve insanların
daha fazla tepkisini çekebilir
2) Bireysel yada

Kolektif: Bireyler kendilerini dezavantajlı grup kimliklerinden

uzaklaştırarak, kolektif eylem yerine bireysel eyleme yönelebilirler.
3) Normatif ve Normatif Olmayan Tepkiler: Girişilen bireysel ya da kolektif eylem toplumsal
normlara ve sisteme uygun olabileceği gibi, bu normların dışında da olabilmektedir. Örneğin;
LGBTİ bireyler ve LGBTİ bireylere destek veren kişilerin katılımıyla gerçekleşen Onur
Yürüyüşleri bazı toplumların normlarına uyarken bazı toplumların normlarına uymamaktadır
Bireysel ve Kolektif, Normatif ve Norm-dışı Eylemler
Bireyler kendi gruplarında var olan durumlardan, kurallardan, normlardan ya da
hedeflerden rahatsız olabilirler. Bu rahatsızlıkları grup içinde hoş karşılanmayacağından birey
ya pasif olarak sessiz kalır ve guruba bağlılığı ve grup içi aktifliği zamanla azalır ya da grup
içindeki bu hoşnutsuz durumları düzeltmek için sesini yükseltebilir. Fakat seslerin yükseldiği
grupta kişi var olan normlara sıkı sıkıya bağlı olan kişilerle, fikirleriyle ve argümanlarıyla
mücadele etmek zorundadır. Kendisinin anlaşılmadığını hisseden grup üyesinin daha fazla o
gruba bağlı kalması kişiye, ideallerine, hedeflerine zarar verecektir. Bundan dolayı kişi kendi
gurubundan ayrılarak bir başka guruba geçer ve kendi hoşnutsuz olduğu durumu onarmaya,
iyileştirmeye ve değiştirmeye çalışır ve çabalar. Benlik- kategorizasyonu kuramı(Turner,
Oakes, Hogg ve Reicher, 1987) bu tip durumlarda bireylerin sosyal kimliklerinden ziyade
bireysel kimliklerinin ön plana çıktığını vurgular. Tersine, grup içindeki farklı bireyler
gurubun verdiği sosyal kimlikle hareket ederek, gurubun var olan olumsuz, dezavantajlı ve
aksak yönlerini, durumları ve koşullarını kolektif eylemle iyileştirmeye, onarmaya ya da
güçlendirmeye çalışır.

KOLEKTİF EYLEM
10

Literatürde kolektif eylem ile bireysel eylemin ayrıldığı bir nokta da (Louis, 2009;
Wright ve ark., 1990; Wright, 2001; 2009) gurubun normlarına uygun olup olmadığıyla
değerlendirilmeye çalışılmasıdır. Wright(2009) bu perspektifte benlik kategorizasyonu
kuramını vurgulayarak, grupların gerçekleştirdiği kolektif eylemlerin değerlendirilmesinde
hangi gurubun normlarının, kurallarının ve standartlarının dikkate alınacağını açıklamaya
çalışmıştır. Çünkü bazı durumlarda gerçekleştirilen kolektif ya da bireysel eylem baskın ve
güçlü gruplar için olumsuz sonuçlar doğurabilecekken, güçsüz ve azınlık grupları için olumlu
sonuçlar doğurabilecektir. Bunun temel sebebi, grupların benimsediği, içselleştirdiği ve
uyduğu normların, kuralların ve dinamiklerin farklı olmasıdır.
Baskın ya da güçlü gruplar ile güçsüz ve azınlık grupları var olan kolektif eylemi
değerlendirirken aralarında oluşan anlaşmazlığı gidermek için “ortak bir üst kimlik” duygusu
oluşturlar ve böylece var olan kolektif eylemi ortak normlar, kurallar ve standartlar
çerçevesinde ele alırlar. Örneğin, Amerika’ daki siyah ve beyazlar arasında olan ırkçılık
problemi ve ırkçılık üzerine gerçekleştirilen kolektif eylemler için siyahların ve beyazların var
olan normları yerine daha üst bir kimlik kategorisi olan Amerikan milletinin normlarına,
kurallarına ve standartlarına dayanarak ele alınması gerekmektedir. Böylece gruplar arası
çatışma konusu olan ırkçılık sorununu ve ona bağlı kolektif ya da bireysel eylemlerin
çözülmesi hedeflenmektedir. Aynı durum tarihte Osmanlı Devleti’ nin Fransız Devrimi sonrası
milliyetçilik akımına karşı uyguladığı politikalarda da görülmektedir. Çok uluslu olma
yapısının Fransız Devrimi sonucu daha da zayıflamasına karşı Osmanlı Devleti daha üst bir
kimlik olan “Osmanlıcılık” kategorisini geliştirmiştir. Böylece azınlıkların isyanlarını,
protestolarını ya da ambargolarını engellemeye çalışmıştır. İki ayrı örnekte, siyasi yönetilme
biçimi her ne kadar farklı da olsa görüldüğü gibi devletler ya da imparatorluklar gruplar arası
çatışmaları ve anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için ya da yumuşatmak için var olan
grupların benzerliklerini, ortaklıklarını ve eş frekanslarını kullanarak yeni bir üst kimlik
hiyerarşi geliştirmişlerdir. Böylece olan ya da olabilecek problemleri ve sorunları çekici bir
üst kimlik düzeyine çekerek elimine etmeye çalışmışlardır. Benzer düşünceyle, grup için
kendini feda eden intihar bombacıların, suikastçilerin ya da provakatörlerin gerçekleştirdikleri
eylemler kendi gruplarının normlarına makul, uyumlu ve uygun gelebilirken, başka bir
gurubun ve daha geniş siyasi sistemlerin ya da devlet rejimlerinin normlarına, kurallarına ve
stratejilerine uygun gelmeyebilir. Örneğin, 10 Aralık akşamı düzenlenen iki ayrı bombalı
saldırıda birçok kişi hayatını kaybetmişti ve bu saldırıyı, Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK)
örgütü üstlendi. Bu gurubun ya da örgütün yapısına baktığımızda intihar bombacısının eylemi,
gurubunun hedeflerine, amaçlarına ve normlarına uygun gelirken ülkemizin normlarına ters

KOLEKTİF EYLEM
11

düşmektedir. Fakat bu eylemler mutlaka şiddeti, güç kullanmayı ya da güç gösterilerini
içermek zorunda değildir. Dolaylı yoldan da karşı grupların ya da büyük sistemlerdeki
mekanizmalarını, normların onurunu, kimliğini ya da değerlerini zedeleyecek ve küçük
düşürecek şiddet içermeyen eylemler de olabilir. Bu yönüyle, normatif olmayan eylemler,
eşitsizliğe, haksızlığa, adaletsizliğe karşı olabileceği gibi dezavantajlı grupların, içinde
bulunan sistemin ya da dış grupların normlarına, yapılarına ve standart kalıplarına karşı
koyma, meydan okuma ya da bastırma olarak işlev de görebilir. Eşitsizlik, haksızlık ve
adaletsizlik gibi evrensel kavramları koruması açısında önemli özellikler taşımakla birlikte
var olan düzeni, sistemi sarsan reformist özelliği ile de normatif olmayan eylemler -halka
halka büyüyen- bireylerin, grupların ve sistemlerin ya da rejimlerin dikkatlerini üzerlerine
çekme, hedefleri haline gelme ve değişmelerine sebep olma olasılıkları daha fazla olabilir.
Çünkü bu tip eylemler rutin günlük hayatın normları, kuralları ve çerçeveleri içinde
hapsolmuş ve sersemleşmiş insanların uyanmasına, gözlerini açmasına ve belki de eyleme
katılıp tutumlarını, düşüncelerini, hayata bakış açılarını ve yaşama stillerini değiştirmesine,
geliştirmesine ya da revize etmesine yardımcı olacaktır.
Avantajlı ve Dezavantajlı Gruplar
Bireyler her zaman içinde bulunduğu gruplar ile aynı düşüncede olmayabilir. Bazen içinde
bulunduğu grubun başka bir gruba karşı tavrını haksızlık olarak görebilir ve buna karşı
durabilir. Bu durum o bireyin kendi grubundan koptuğu veya diğer gruba dahil olduğu
anlamına gelmez, daha çok yeni bir görüş çevresinde birleşme olarak algılanabilir. Bu görüş
temelli gruplar olarak adlandırılmaktadır. Örneğin; Hrant Dink cinayetini ele alırsak, Dink
yazdığı yazıların içeriğinden dolayı çok fazla tepki almıştır. Hatta bu tepkiler büyüyerek tehdit
boyutuna ulaşmıştır. Ayrıca Ermeni kimliği de bu tehditlerin temelinde yatan sebeplerden biri
olmuştur. Sonuç olarak milliyetçilik duygularını aşırı boyutlarda yaşayan bir Türk vatandaşı
tarafından öldürülmüştür. Bu olay sonrası suikastçı ile benzer görüşte olan insanlar Hepimiz
Ermeni’yiz sloganıyla örgütlenerek bu cinayete tepki göstermişlerdir. Çünkü kimlik olarak
cinayeti işleyen kişiyle aynı grupta yer alsalar da farklı kimlikteki kişi veya kişilere yapılan
bir haksızlığa karşı çıkmışlardır. Yani Hepimiz Ermeni’yiz derken gerçekten Ermeni kimliğini
benimsememiş, yapılan haksızlığa karşı olduklarını göstermişlerdir. Sonuç olarak, kolektif
eylem, aynı grup içerisinde olan bireylerin belli olaylara duygusal olarak aynı tepkileri
vermesi şeklinde açıklanabilirken, belli olaylara farklı gruptaki bireylerin düşünsel temelli
olarak aynı tepkileri vermesi de yok sayılmamalıdır.
SOSYAL PSİKOLOJİK YAKLAŞIMLAR

KOLEKTİF EYLEM
12

Kolektif eylemin kendine özgü yapısı, içeriği, süreci ve dinamikleri grup üyelerinin
birbiriyle olan iletişimini, etkileşimini, rollerini ve görevlerini düzenlemeyi ve organize
etmeyi içerir. Fakat kolektif eylemin kavramsal çizgileri bununla sınırlı değildir. Kolektif
eylemi anlayabilmek için gruplar arası ilişkileri, çatışmaları, adaletsizlik ve eşitsizlik
karşısında bireyselden kolektif bir sürece uzanabilen ve evrilebilen eylemlerin yapısını ve tüm
bu süreçleri bir katalizör gibi hızlandıran, kolaylaştıran ve kısa zamanda yayılmasını sağlayan
faktörleri, durumları ve şartları ya da tersine bu süreçlerin önüne set çeken, duvar ören,
engelleyen ve bastıran mekanizmaları, dinamikleri incelemek gerekecektir. Fakat bu kadar
kapsamlı, derin ve diğer kavram ve durumlarla dinamik bir etkileşimi olan süreci statik,
spesifik ve kavramsal bir düzlem üzerine oturtmak gerekecektir ancak bu şekilde bu kaotik ve
karmaşık kavramları, süreçleri ve yapıları inceleyebiliriz, araştırabiliriz ve değerlendirebiliriz
ki bilim de bu süreçleri ele alarak olguları, kavramları, süreçleri tartışır, somutlaştırır ve neden
sonuç ilişkisi kurmaya çalışır ama maalesef sosyal bilimlerin kendi doğal subjektif yapısından
objektifliği, tutarlılığı, nedenselliği yakalamak pozitif bilimlere göre daha zordur. Çünkü insan
rasyonel ve irrasyonel spektrum üzerinde gidip gelen karmaşık bir varlıktır ve onun
eylemlerinin de karmaşık ve karışık olması kaçınılmazdır. Araştırmacılar kolektif kavramın
kapsamını daralttıktan sonra kavramı incelemek için öncelikle hipotezler ve sorular ortaya
atmışlardır. Bunlardan van Stekelenburg ve Klandermans (2010) kolektif eyleme şöyle bir
soru yöneltmiştir: “ Neden bazı bireyler sosyal eylemlere, hareketlere ve gösterilere
katılmakta istekli ve gönüllüyken, diğerleri katılma konusunda bu kadar isteksiz hareket
etmektedir?”
Ortaya atılan bu öncül soru üzerine birçok farklı sosyal psikolojik yaklaşımlar
doğmuştur ve türemiştir. Yakınsama kuramı, bireylik yitimi kuramı, engelleme- saldırganlık
kuramı, göreceli yoksunluk kuramı, kaynak hareketlilik kuramı ve sosyal kimlik kuramı gibi
çeşitli kuramlar kolektif eylem kavramının farklı bir yönünü aydınlatmaya çalışmıştır.
Kuramlar her ne kadar ortak özellikler, varsayımlar ve amaçlar içerse de kolektif eylem
literatürüne kazandırdıkları bakış açıları farklı olmuştur. Fakat elbette her kuramın kendi
projektif niteliği nispetinde, kolektif eylem kavramının aydınlatabildiği yerleri kadar,
aydınlatamadığı karanlık noktaları da vardır. Günlük yaşamdaki bir olguyu incelemek için
kavramsallaştırma, spesifikleştirme, objektif kalıplar içine sokma çabaları kavramı anlamak,
değerlendirmek ve analiz etmek için fayda sağlasa da aynı zamanda o olgunun kavramsal
çerçeveler içerisinde hapsedilerek fakirleştirildiğini unutmamak gerekir ki her kuramın bu
yüzden güçlü ve zayıf yönleri vardır. Sırasıyla kuramlar üzerinde tartışarak hem kolektif

KOLEKTİF EYLEM
13

eylem kavramını somutlaştırmaya hem de kuramların güçlü ve zayıf yönlerini anlamaya
çalışacağız.
Yakınsama Kuramı
1924 yılından kitlelerin psikolojisini, ritmini, iklimini ve kolektif eylemin yapılarını,
süreçlerini ve özelliklerini anlamaya yönelik birtakım argümanlar öne süren Floyd Allport bu
tezlerini, varsayımlarını ve argümanları yakınsama kuramında toplamıştır. Allport
kalabalıkların sesine, oluşumuna ve sonuçlarına farklı bir şekilde yaklaşmıştır. Kalabalıkların
davranışlarını, ürünlerini ve eylemlerini, kalabalık olmanın bir çıktısı olmaktan ziyade, aynı
fikri, hedefleri, amaçları ve idealleri paylaşan bireylerin bir araya gelmelerinin ortak bir ürünü
olarak ele almıştır. Allport burada Le Bon ve M. Olson’un birbirine zıt olan düşüncelerini,
kavramlarını sentezlediğini görmekteyiz. Le Bon gibi kalabalıkların gücüne, psikolojisine ve
eylemlerine vurgu yaparken, aynı zamanda Olson’un bireyin kendi düşüncelerinin,
amaçlarının, hedeflerinin ve çıkarlarının akılcı bir sonucu olarak kalabalığa dahil olduğunu ve
ondan dolayı bireylerin kalabalıklarla hareket ettiğini vurgulamaktadır. Bu şekilde,
bireyselliğin akılcılığı ile kolektifliğin gücünü birleştirmiştir. Allport(1924), bireylerin
kalabalık içerisinde olduklarında ve yalnız olduklarında davranışlarının farklılaşmadığını
ortaya atmıştır. Le Bon’un kitlelerin baskın gücü karşısında bireyselliğini, biricikliğini ve
kimliğini yitiren insanların gerektiğinde Olson’un vurguladığı gibi kendi bireysel çıkarları
doğrultusunda grupla çatışma yaşıyorsa gruptan bağımsız hareket edebileceğinin giriftliğini,
kesişimini belirtmiştir.
Allport’un öne sürdüğü kavramlar, Le Bon’dan kalabalık davranışlarının akıldışılığı,
olağanüstülüğü ve irrasyonelliği ile farklılaşır. Allport, bireylerin normal durumlarda,
olaylarda ve zamanlarda bireysel olarak tepkilerini şiddet, tehdit ya kaba kuvvet şeklinde
göstermiyorlarsa, bu bireyler bir çatışma, adaletsizlik ya da eşitsizlik gibi durumlar karşısında
kolektif eylem gerçekleştirmek için bir araya geldiklerinde de şiddete eğilimli davranışlarda
bulunmayacaklarını savunur. Tersine, eğer bireyler yalnızken normal durumlarda, zamanlarda
ve olaylarda şiddete, kana, kavgaya, saldırganlığa meyilli ise belirli bir amaç için bir araya
geldiklerinde ilk kolektif eylem formundan farklı olarak, seslerin daha gür çıkmasına,
yumrukların havada uçuşmasına ve etrafın kana bulanmasına zemin hazırlanmış olur çünkü
bu kadar negatif ve saldırganlık içeren enerjilerin bir araya gelip tek ses olması, olası kolektif
eylemde bir çatışmaya, yaralanmaya, isyana ya da başkaldırıya sebep olabilecektir. Örneğin,
saldırganlığın, negatif enerjinin ve düşmanlığın ön plana çıktığı futbol takımı holiganlarında
kişilerin yalnızken ya da beraberken gerçekleştirdikleri zararlı, tehlikeli ve kanlı eylemlerinin
çokta farklılaşmadığını görmekteyiz. Çünkü birey kendi içindeki var olan negatif enerjiyi ve

KOLEKTİF EYLEM
14

saldırganlığı yansıtabilmek için bu tip gruplara, topluluklara katılmaktadır. Dünya çapında
Liverpool, Boca Juniors ve Partizan gibi futbol takımlarının maç öncesi saldırgan gösterileri
ve kanlı kavgaları yansımanın ne denli güçlü olduğunu göstermektedir. Fakat bu holiganlık
kavramı her ne kadar yansıma kuramını somutlaştırıyor olsa da saldırganlığa eğilimi olmayan
bireyler, gruplarıyla ve gruplarının normları ve kurallarıyla körü körüne bağlılıktan dolayı
canavarlaşan bireyler haline gelebilme olaslığını da düşünmek gerekir. Kuram temelde bireyin
içerisindeki enerjinin, şiddet ya da saldırganlık eğilimin nasıl bir formda ortaya çıktığına
vurgu yapar. Eğer kişinin mizacında, karakter yapısında, kişilik özelliklerinde ya da genel
davranış, duygu ve biliş örüntülerinde şiddete, öfkeye, saldırganlığa bir meyil, eğilim ya da
yönelim yoksa bu birey hangi kalabalık içerisinde olursa olsun ya da hangi kanlı ve saldırgan
kolektif eylemin içerisinde olursa olsun Le Bon’ un dediğinin aksine kitlelerin psikolojisi
içerisinde kendi özgün eğilimlerini, yapılarını, çıkarlarını, özgürlüğünü ve kimliğini terk
etmeden bireysel olarak şiddet, saldırganlık ve öfke içermeyen hareketler sergileyebilecektir.
Allport burada Le Bon’ un kuramını eleştirerek Olson’ un bireysel akılcılığa yaptığı vurguya
yakınlık göstermiştir. Fakat Olson’dan farklı olarak, bireyi sadece grup konjektöründe değil
aynı zamanda bireysel olarak yalnızken nasıl hareket edeceğini içsel mekanizmalara,
eğilimlere ve yapılara dayandırarak açıklamaya çalışmıştır.
Normal durumlarda bireylerin bireysel olarak şiddet, öfke ya da saldırganlık
içermeyen davranışlar, düşünceler ya da duygular sergilemesi normaldir. Fakat bazı kaotik,
karmaşık ve heyecanlı durumlarda bireylerin kendi iç mekanizmalarındaki öfke ya da şiddet
meyilleri uyanabilir ya da eyleme dönüşebilir. Fakat bireyler yine de kendi yaşamlarındaki
duruşlarında genel olan davranış örüntülerini sergilemeye devam ederler ve kendi içsel
eğilimlerinden sapmazlar. Çünkü bu davranış örüntülerini yöneten içsel mekanizmalar,
eğilimler durumdan duruma, gruptan guruba, eylemden eyleme ya da zamandan zamana çok
fazla farklılık göstermez, her ne kadar dışsal durumlar bu eğilimleri alevlendirse de. Herhangi
bir kargaşa, kaos ya da olağandışılık karşısında bireyler grup içerisinde grubun verdiği
potansiyel güç, iktidar ve güven ile kendi bireysel eğilimlerinin dışında hareket edebilirler ve
kendi eğilimlerinin, amaçlarının, içsel motivasyonlarının aksi bir sonuç ya da irrasyonel bir
durum açığa çıkabilir. Birey yalnız olduğu durumlarda şiddete hiçbir meyli yokken hatta
hayatında en ufak bir karıncaya bile zarar vermemişken kendini kolektif eylem içerisinde
birini yumruklayarak bulabilir. Fakat bu paradoksal durum ya da sonuç, Le Bon’ un
vurguladığı kitlelerin baskınlığı, kitlelerin bilinçsiz zihin tarafından yönetilmesi ya da
kalabalıkları yöneten grup aklının akıldışılığı ile açıklanamaz. Çünkü bireyler kendi içinde
tutarlı, sabit ve zamana, duruma ve olaylara göre kolay kolay değişmeyen içsel eğilimlere,

KOLEKTİF EYLEM
15

mekanizmalara ve yönelimlere sahiptirler ve bu içsel eğilimler grup içerisinde olası kolektif
eylemdeki davranış örüntülerini, tutumlarını, düşüncelerini etkiler. Allport’un ,insana bakış
açısı fazla humanistik ve statik. İçsel mekanizmaların değişmezliği ile kuramına objektif,
tutarlı ve standart bir bakış açısı kazandırmaya çalışsa da bunun günlük yaşama yansımadığını
ve çok daha karmaşık ve dinamik bir süreç olduğunu görebilmekteyiz. Bireyler yalnızken
nasıl davranıyorsa grup içerisinde de içsel mekanizmalarına tutarlı olarak benzer şekilde
davranacağını savunmuştur ve vurgulamıştır. Oysaki bireyler içlerinde hiçbir şekilde içsel
saldırganlık ve öfke eğilimleri olmadan ya da negatif hiçbir içsel enerji bulundurmadan
kalabalıkların içine girmeden de belirli bir durumda -ki bunun heyecanlı ya da olağandışı
olması gerekmez- öfkeli ya da saldırgan şekilde davranış örüntüleri sergileyebilir. Örneğin,
1972 And Dağları uçak kazasını hatırlayacak olursak yolcular içlerinde tıp öğrencilerinde
olduğu kaza sonrası hayatta kalabilmek için kendi arkadaşlarının cesetlerini yemişlerdir. Bu
onlar için oldukça zor bir karar olmuştur çünkü kemirdikleri etler yakınlarının ya da
arkadaşlarının cesetlerine aitti. Burada içlerinde arkadaşlarına ya da yakınlarına karşı içsel bir
saldırganlık, öfke gibi durumlar olmamasına karşın içsel eğilimlerin bireysel ya da kolektif
grup içerisinde değişebileceğini görebilmekteyiz. Çünkü hayatta kalabilmek gibi bir durum
karşısında kazazedeler, aç akbabaların çürümüş cesetlere saldırırcasına arkadaşlarının etlerini
yemişlerdir. Belki de beraber uzun zaman geçirmişlerdi ve gülüp eğlenmişlerdi ve birbirlerine
karşı ufacık bir öfkeleri yoktu hatta belki de hiç kavga bile etmemişlerdi ama paradoksal
olarak hayatta kalabilmek için sevdiği arkadaşının cesedini -görünüşte barbarca ve
saldırganca- yemişlerdi. En dramatiği de, kendini hastaların sağlıklarına kavuşması için
adayan ve içlerinde insan sağlığına, gelişimine ve tedavisine karşı olumlu eğilimler, hedefler
ve amaçlar bulunduran tıp öğrencilerinin kendi arkadaşlarını yemesi olmuştur.
Bireylik Yitimi Kuramı
Literatürde,

kolektif

eylem

kavramı

grupların,

kitlelerin

ve

kalabalıkların

mantıksızlığı, bireylerin bireysel kimliklerinden soyunarak bilinçdışı zihin tarafından
yönetildiği ve bireylerin normalde yapamayacağı ama kalabalıkların iklimini yöneten grup
aklı ile gerçekleştirebileceği mantıksız ve akıldışı eylemleri gibi süreçleri öne süren Le Bon’
un(1897) açıklamaları uzun süre yankı uyandırmıştır. Ama 1970’lerde bu açıklamalar üzerine
yeni kuramlar, varsayımlar ve tezler ortaya atılmıştır. Le Bon’ un açıklamalarını yeniden ele
alan, tekrar kavramsallaştırıp revize eden kuramlardan biri de bireylik yitimi kuramıdır. Bu
kuramın vurguladığı temel nokta, Le Bon’ un açıklamalarıyla benzerlik gösterir: Bireyler
kitlelerin ağırlığı ve baskınlığı altında ezilen, kimliksizleşip bireyselliğini kaybeden ve
bireysel farklılıkların(etnik, zeka, beceri gibi) kolektif bilinç altına dönüşüp birleştiği ve -belki

KOLEKTİF EYLEM
16

de- kişinin kendi öznel doğasına aykırı bir forma, yapıya ya da kimliğe girmesine neden olur.
Hususi ve değerli özgürlüğünü, aidiyetlerini, sorumluluklarını grubun kalabalık sesleri
arasında kaybeder ve yitirir. Dolayısıyla kişi kendi öz benliğini yitirir ve bireyselden kolektif
sosyalleşmeye uzanan bu inşanın enkazı altında kaybolup görünmez hale gelir. Bu durumda
iki temel süreç açığa çıkar. İlki, birey gurubun ya da toplumun normlarına, kurallarına ve
standartlarına o kadar körü körüne bağlanıp benlik yitimi yaşar ki kendi bireysel ve öznel
değerlendirme, tutum ve muhakeme gücünü kaybettiğinden toplumsal ya da grup normlarının
geçerli olmadığı durumlarda suçluluk ve utanç gibi olumsuz duygularda bir regresyon hali
yaşar. Çünkü kişi kendi bireysel eylemlerini ve bu eylemlerin sonuçlarını(suçluluk ve utanç
gibi) tartacağı, ölçeceği ya da değerlendireceği içsel mekanizmadan(vicdan) yoksundur ve
sadece kolektif normların izin verdiği ölçüde ve yine kolektif olarak suçluluğu ve utancı ya da
tersine öfkeyi ve saldırganlığı hissedebilir. Bireyin tüm duygusal, algısal ve bilişsel süreçleri
kolektif eylemin içerisinde yer alan norm mekanizmaları tarafından yönetilir. Aslında burada
kişi ken